SÖZ SÖZÜ AÇIYOR; CAN
YÜCEL’İN GÖZYAŞLARI
----------------------------------------------------------------
Söz sözü açmaya
görsün; Can Yücel’in gözyaşlarına kadar uzanmak mümkündür. Bir gazete
çalışması; Ahmet Tulgar’ın Pazar ekinde ki yazısı, masamda karargâh kurmuş bir
kültür ordusu misali…
Edebiyatın yaşama,
yaşanmışlıklarla kattığının haddi hesabı yoktur. Önemser, önemli bulmaya
başlarsanız; Aborjin felsefesinde ki telepatik anlaşmalara, haberleşmelere
kadar ulaşmanız da mümkün hale gelebilir.
Laf ebeliğini
bırakan, zamanın değerli oluşunu anlayan, kendi değerini yükseltmek, saf huzura
kavuşmak için korkmadan ve büyük bir heyecan içinde girer edebiyatın
tapınakları arasına. Ne çan, ne ezan ve ne de ilahilerden rahatsızlık duyar;
bilir hepsinin bir karşılığı, anlamı olduğunu.
Alman filozofun
kiliselere, papazlara açtığı savaşı bildiği gibi bilir ve onu da temiz tutmak
için hücrelerinde ki bakım, algı, anlama odacıklarına davet eder.
Ahmet Tulgar, kendi
köşesinde ortaya çıkarttığı çalışma; defalarca okunacak kadar mühim!
Sıradanlığı zorlarken, anılara, sanata, sanatçıya, sosyolojiye, siyasi alana
kadar uzanıyor. Bu sayede okur; yani bizler de kendi cehaletimizle
yüzleşiyoruz…
Yüksel Arslan diye
bir ressamımız olduğunu ilk kez öğrendiğim gibi, onun hangi alanda çalışma
yaptığını, resmiyle neye dikkat çekip, neleri anlattığını bilmiyordum. Kargaşa
o kadar çok olunca, netleşmeyen, saflaşma yan bir türlü huzur bulamayan
algılarımız, seçeneklerin en iyilerine dokunamayan tercihlerimizle yüzleştiren
bir çalışma…
Tıpkı aynı çalışmada
Yüksel Arslan ile Can Yücel’in kesişen tarafını; birinin şiiriyle, diğerinin de
resimleriyle nasıl buluştuklarını vurguluyor. Sadece vurgulamakla kalsa iyi Can
Yücel ile Kuzguncuk günlerinde ki anı ve hatıralarında kim bilir kaç yüzleşme
anına, lafın lafa ulaşma, sırnaşma mücadelelerine tanıklık ettiler!
Böyle bir Kuzguncuk,
Çınarlatı gününde dedesiyle babasını hatırlayan Can Yücel; gözyaşlarını da
hatırlar ve unutulmaz bir anın kayıtlarına geçer. Orada ki çay bahçesinin
sahibinin içki satılmadığı halde Can Yücele meyve suyu ile karışık votkasını
verişine, lafların bellerinin kırılış zamanlarına uzanan sosyolojik, psikolojik
ve sanat yolculukları…
Ahmet Tulgar, Can
Yücel ile Yüksel Arslan’ın kesişen biçimlerini daha iyi anlatmak için bir örnek
veriyor. Sinemadan! Marc Foster’in 2001 yapımı Mosters’s Ball-Kesişen Yollar
filmi… Sadece bir gazete yazısı diye çıkılan yolda; kıtalar arası bir gezinti
misali, ne çok zenginliğe, ayak seslerine, insan biçimlerine tanıklık
ediyorsunuz…
Filmi izlediğimde bu
anlatıyı, değerli çalışmayı daha iyi kavrıyoruz. Orada da bir Can Yücel var;
sevişmeyi, beklediği hayatı tam manasıyla bulamamış, yani bir komünist ve şair
olarak ortaya çıkan yenilgi sonucu kendi bedenine başlattığı saldırıyı anladım.
Kendisini ileriye
taşımayı düşünen ve kültürel anlamda iyi beslenen nice insanın yaşadığı hayal
kırıklığı, çöküş ve kavganın başlangıcı sayılan, uyumsuz, hoyrat üretimler,
söylemler; madalyonun diğer yüzünde saklı…
Psikologlar çocukluğa
inerler. Yazarlar da tüm zamanlara inmek ister; ilmeğin içinden geçecek başka
ilmek ve daha da ötelere; kör düğümü başka kör düğümle olan bağları,
bağlantıları anlayana kadar rahat durmazlar…
Öğrenme isteğinin
kutsallığı, öğretilerle öne çıkarken, ikisinin bileşeninin ise yüce, saygın
onurlu bir üretim-çalışma olacağını yok saymak nafile.
Filmde ki sevişme
sahnesi; daha doğrusu, çiftleşme arzusu, sonrasında ki sevişmeye dönen keşif;
tün insanlığa lazım olan şey; güven duygusuyla değişimlere tutunup, yeniden ve
yeniden deney imlemek; delikanlı heyecanı, baharın yüksek arzusu ve dayanılmaz
cazibesi gibi uyanma isteği…
monsters ball izlemiştim ivit, can yücel çınaraltı evet yaaa, ne güzel yerde yaşamış, yüksel arslan'ın birkaç kitabını okudum, deneysel ilginç ressam, pariste yaşayanlardan, ilginç bağlantı ivit. ahmet tulgar, hiç duymadım ama :)
YanıtlaSil
YanıtlaSilSanatçının,sanatın mekanları,uğrak yerleri,sözün,hikayenin peşinde koşanlar için bir tapınağa dönüşüyor;eninde sonunda duyulan büyük beslenme,sanatçının haylazlık yaptığı yerlerde,en değerli mantarlar gibi,insanın ruhuna,tat alma duyularına ulaşıyor;Teşekkürler Deep. Ceza niyetine;Birkaç tane Ahmet Tulgar kitabı:))