DANZEL WASHİNGTON’U
DUYDUM
----------------------------------------------
Ünlü bir insan;
sinema oyuncusu! Barbaros Tapan’ın köşesinde, röportajında insanlık çağrısı
yapan peygamberler kadar gerçek, manidar bir sesleniş yapıyor.
Annesinin ısrarla “
Basit yaşa! “ demesiyle şekillenen bir insan! Gösterisini; kazandıklarının
büyük çoğunluğunu yardım kuruluşlarına vererek, yönlendirerek yapıyor.
Bütün bu anlayış,
gelişmeler bize neyi gösteriyor? İnsanın huzuru, mutluluğu için saraylara,
ordulara ihtiyacı olmadığını, muhtaçlığı olan asıl şeyin saf sevgi ve yeterli
olacağına inandığımız kadar; mal-mülk…
Bir arkadaşım;
neredeyse tüm yaşamını titizlik üzerine inşa etti. Kılı kırk yaran anlayışını
büyük bir insan algısı sanıp, yaşı ilerledikçe çevresinde ki insanlar daha da
azaldı. Kırdığı kalplerin kırılan tarafına yönelmek yerine, kendi haklılığıyla
kupkuru bir krallık yarattı.
En son ziyaretimde,
hasta haliyle dahi bu anlayıştan kurtulamayış oluşunun gerçek sebeplerini
anlamak için kâhin olmak gerekmiyor. Çocukken şekillenen karakterler ve insanın
kendi yazgısıyla birlikte diğer insanlara, canlılara dahi etki edeceği
birliktelik, içinde ki saklı hazineleri; eğitim, öğretim ve araştırmalar
sayesinde daha da netleşiyor.
Oscar ödülünü
kazanmış sanatçı, en iyiyi ararken, en iyinin hiçbir zaman bulunamayacağı
üzerine karar veriyor. Ayrıca başkalarının da iyi olması için onlara yardım
etmesi üzerine bir yaşam süreci başlatıyor.
Kazanıyor ve paylaşıyor…
Dünyanın yaşı-başı; birçok insanın aklını kaçırtacak kadar eski! Yaklaşık
olarak 4,5 milyar… Hangi süreçlerden geçti, hangi uygarlıklara ev sahipliği
yaptı? Uygarlıkların çöküş sebepleri sadece doğal mıydı? Sosyolojik etkenler bu
çöküşlerin kaçta kaçını ilgilendiriyordu?
Ortalama insan ömrü;
70–80 yaş… Yani yıl… Evrenin yaşını, dünyanınkini düşününce, insanın yaşından
söz etmek; anlama açısından önemli! Yani, bütün telaşların, korkuların, soylu
güç gösterilerinin en hakiki sınırı; 70–80 yıl…
Son nefesin son
çığlıkları atılıyorken birçok şey anlaşılıyor. Anlaşılmasa dahi sonlanıyor.
Bizim büyüttüğümüz, süslediğimiz bütün anlamlar değerini yitiriyor…
Öyleyse; bu dünyanın
verimliliği, insanın yarattığı iyi olma çabaları, kavramları; insan ruhuna da
iyi geldiğine göre; korkunç bir bataklık, karanlık, dövüş yaratmak; ne akılcı!
Ne de ahlaki ve vicdani bir şey…
Burada ki asıl
sorun; inancımız? Tam olarak neye inanıyoruz? Allaha olan yönelişlerin hemen
hepsinde büyük tapınaklar, camiler inşa edilmiş. Buralarda; gül suyu, tütsü
kokuları yayılmış mekândan öte, evrenin her yerine.
Mimari, mühendislik;
ibadethaneleri aydınlatan gün ışığı, her şey insan eliyle, aradığımız şeye
ulaşmak, onu anladığımızı daha anlaşılır hale getirmek ve onun gücü karşısında
bizim sınırımızı çizmek olduğuna göre; bu çizgilerin, insana, doğaya; tüm
yaşama olan inancımız, sevgimiz; niçin eksik?
Bu kadar söz,
ibadet? Bu kadar kurban? Korku? Günah ve sevap? İnsan, geldiği süreçte ve bu
sürecin yolculuğunda her daim kendi yanılgılarının, zaaflarının, egolarının
kurbanı olduğu da bir gerçek! Daha fazla kazanç! Daha fazla güç! Daha fazla;
İNTİKAM!
Ve sürekli artan
sınırlar! Soru işaretleri hiç bitmeyecek; belli; ta ki insanın büyük göçüne,
nadide ve kıt hale gelişine kadar…
evet ya sade yaşam iyidir ki. amerikalılar da genelde sade yaşıyor. özellikle dindar olanlar. aferim danyalaaa :)
YanıtlaSil
YanıtlaSilKesinlikle afferin Deep:))
Tüm her şey denge aslında. İnandığın ölçüde başarırsın, başardığın ölçüde güçlenirsin. Gücün tılsımı elinden çıkıp seni yönetmeye başlarsa artık inanç yerini nefrete bırakır. Denge de kalmamıştır, inanç da güç de artık.
YanıtlaSilYaşamsal bir denge;hiçbir doktorun yazamayacağı reçetenin bile ötesinde;milyarlık hücrelerimizin alkışlayacağı kadar değerli bir denge...
YanıtlaSil