GÖLGELER DANS EDİYOR
-------------------------------------
Ağustos zamanı, aynı
zamanda rüzgârların da çalım satıp, acemi tatilcileri denizin puslu görüntüsü
ve dalgalarıyla kaçırma zamanıdır.
Bilenler bilir;
Ağustos’un rüzgârlarının bir süre sonra yatışıp, nezaket ve sükûnetle yola
devam edeceğini; pastırma zamanına kadar nice neşeli günler, geceler
geleceğini…
Oturduğum çınarlar
beşik gibi sallanıyor; güneyden kuzeye, doğudan batıya. Hava koridorunun en
etkili olduğu yerde, çınarların altında bile sıcaklığın, basıncın baskısını
yaşıyorum. Beş on dakikada bir konum değiştirerek serinlemeye, gölgelerin
izinde gitmeye çalıştım.
Durmuyor gölgeler;
güneşin ışınları, rüzgârın enerjisi ve ortaya çıkan çınarların cümbüşü;
fışırtıların masalımsı gündüz korkuları yaşanıyor sanki! Fox ismi verilmiş
küçük boylu hangi cinse ait olmadığım bir dişi köpek; Israrla yeni huy edindiği
çıplak ayaklarımı yalıyor. Sanırım onun ifadesiyle bir sevgi gösterisi…Laf
aramızda,köpek salyası iyileştirici ve onarıcı etki yapıyormuş…
Fox’un bütün
sıcakkanlı canlılarda olan bir yapısı var; sevgiye, samimiyete olan muhtaçlığı…
İlk bakışta bu sevgi için benim rüşvet verdiğim sanılır. Her daim onun için
yanımda taşıdığım bir küçük şeker vardır. Canı çok isteyince inanılmaz
oyunlarla o şekeri muhakkak alır.
Çınarların, denizin
olduğu bu yere sık gelirseniz, küçük köpeğin davranışının gölgeler gibi
değişken değil, çok istikrarlı ve anlamlı olduğunu göreceksiniz. Yüksek yoğunluklu
müzikten, silah atışlarından oldum olası korkar ve kaçar. Ona el uzatanlarla
oynamayı, özlediği insana dili, gözleri ve patileriyle sarılmayı çok sever.
Üstelik ona hiçbir zaman şeker vermeyen İlyas Beyi de önemser ve ona yine ayrı
bir duyu, sevgi içinde yaklaşır.
Çınarların altında ki
gölge oyunları; binlerce; ışığın, yaprağın ve rüzgârın değişmez dans ve
saltolar…
Gölgeler o kadar
çabuk ki; büyük bir oyun ve şaşırmaca içindeler. Hangi gerçek oyun, insanı
şaşırtmaz ki? Kadınların erkeklerle, erkeklerin kadınlarla oynadıkları büyük
yaşam oyunları; her daim yaşamın içinde olan, ticaret, siyaset, inanç
biçimleri…
W.Shakespeare, bütün
bu oyunların oyuncularından beslenerek yazmıştır tiyatrolarını. Venedik Taciri,
Kısasa Kısas, Hamlet; hepsi kıymetli insan davranışları, huyları, karakterleri,
alışkanlıklarıyla ve aşırılıklarıyla dolu; süslüdür.
Rüzgârın, hatta
rüzgârlar demeliyim; sıkça yön değiştirerek kabartıyor az ötede ki denizi.
Çınarlar ise, doğum sancıları çeken canlılar gibi, kurumuş yaprakların
birbirine değen gamlı, korkulu hışırtılarıyla koşuyor gölgelerin peşinden.
Carventes’in
kahramanları nasıl koştuysa; iyiliğin, erdemin, saflığın ve enayiliğin
peşinden; bugünün insanı da öyle koşuyor kendi huylarının, karakterlerinin ve
aşırılıklarının peşinden.
Yine aynı; iyi
sanatçılar her daim malzeme bulacak kadar zengin bir dünya bahçesi; insan ve
insancıklar; erkek ve kadınlar; muazzam dünyanın, akla hayale gelmez sanılan
basitlikleri… Kıl aldırmayanlar burnundan, yüzü yere düşenler; menzile
erişemediğini sandıkları için ve Afrikalı mitolojisinden fırlayan kötü tanrıça
gibi, her daim iyiliğe, gelişime, güzele tutunmuş erkeklerle çiftleşerek
ölümsüzlük formülünü arayan ruhlar…
Küçük boylu dişi
köpek; Fox; oynuyor benimle; yalıyor, kokluyor ve ayrılış zamanını her daim
kendi belirliyor. Montaigne kedisiyle oynarken sıklıkla, ne malum; kedimin de
benimle oyun oynamadığı, düşüncesine bir gönderme yapıp; kendini oyuncu sanan,
her daim oyuna kurban arayan safdilleri de ortaya çıkartmak için yazıyorum; ne
malum, seyirci de sizinle oyun oynamadığı; yarı tanrı kılığını bırakma zamanı
gelmedi mi?
Gölgeler bir acayip dans
ediyor. Binlerce yaprağın sağa sola, yukarı aşağı giden ve tekrar geri gelen
gölgeleri.
oh çınaraltı en güzelii :)
YanıtlaSil
YanıtlaSilSanırım:))