GİRİTLİ BAKIŞI
Bir adaya bu kadar
güçlü bağlarla tutunmak, öldükten sonra dahi ruhunun daha iyi huzur bulacağına
inanarak, adaya gömülme isteğini vasiyet etmek; hangi bağlarla, duygularla izah
edilebilinir?
Nikos Kazancakis’in
doğduğu, serpildiği Girit Adası, bir yazar, ressam, şair için, sıradan
insanların yazıya, resme, şiire dökemeyeceği bütün özlemleri bir araya
toplayıp, derleme, bütünleme ve yüceltme çabasına hizmet etmekten başka bir şey
değil…
Yazarın El Greco’ya
mektuplar diye ortaya çıkarttığı çalışma-eser, bir ömrün, o ömre sığmış olan
binlerce yıllık insan, düşünce, tecrübe ve sanatsallığın yanında, felsefenin de
izlerini taşıyor.
Yazarın üzerinde
durduğu dört isim öne çıkıyor; İsa, Buda, Lenin, Odysseus; aslında buraya dâhil
olacak bir isim daha var; Nietzsche… Kişiliğinin değişimini, yukarıya doğru
taşıyan isimlerden öte, değişime yardımcı olan büyük ruhlar olarak kabul eder
bu sanatçıları…
Okumanın en
belirleyici tarafı da; sıkı bir tırmanıcı olmanın yanında derinlere dalma zanaatına
da yakın olmanızı sağlar. Kim bilir kaç insan bu yoldan geçti de; yüksekliğin
üşümesiyle titreyip geri döndü.
Derinlere dalanlar ise,
vurgun yiyerek, yaşamlarını vakitsiz yitirdiler… Yazarın saydığı dört isme,
onlarcasını, yüzlercesini ilave yapabiliriz. Hepsi de iyi tırmanıcı ve
dalıcıydılar. Tamamı, niçin yol aldıklarını bilen, bilmek, öğrenmek, tecrübe
etmek için, dünya yaşamına ait bir yudumluk yaşamı, bir hiç uğruna değil, edebi
dünyanın kalıcı, onur edici yüceliğine sığınarak yaptılar.
Girit, bir zamanlar
bizlerin; biz Türklerin de adasıydı. Rumlarla iç içe nice yaşamlar; geceleri
güne bağlayan şafak vakitleri; günü geceye yaklaştıran tan saatleri; Girit’in
Akdeniz ve Ege’ye bakan yüzlerinde, yüzyılların izlerine baka baka yaşandılar…
Okumayı, yazmayı
ciddiye almayanların evleri, depoları, kilerler, kitapla dolu olsa; değişen çok
şey olmaz; değişimin, kavuşumun ve yaratıcılığın insanla buluşması adına.
Özümsemenin motorları, elekleri, damıtma aygıtları çalışmıyorsa; tıpkı,
bağlarda toplanmayan güz üzümleri gibi; şıraya, şaraba, pekmeze dönüşemez…
Köklerin, toprağa,
toprağın güneşe, yağmura; bütün bunların da bağcıya muhtaçlığı vardır. Üzümün
şarap yolculuğu, zeytinin yolculuğu kadar değerli ve kutsaldır; hepsi
medeniyetlere yaşamı kültürleştirme imkânı vermiştir. Yaşamı, yok etmek yerine,
yeşertmişlerdir; kandillerin ışığına yağ, ekmeklerin yudumlarına, sofralara
katık, şölenlere kalkan kırmızı, beyaz, kızıl içecek…
Kazancakis, Girit toprağından,
güneşinden, rüzgârından ve öykülerinden; papazların öğretilerinden, şairlerin
seslenişlerinden o kadar çok etkilenir ki; kozasında değişime mecbur kalan ipek
böceği gibi; kendi tırmanışını başlatır; oburca…
Bu tırmanış, gün
aydınlığında değil; tam da gün batarken, akşam karanlığı çökerken; kayalıkların
en sert, rüzgârların en hızlı olduğu dağlara doğru; kanla çizilecek, ortaya
çıkartılacak patikalar oluşturulmaya başlar.
Hayatı boyunca onu
etkileyen bir tek kelime üzerinde durur; “ Tırmanma!” Hayal ve gerçekle karıştırılmış,
edebiyat, tarih, şiir, felsefe iç içe geçmiş düşüncelerin, zorluklarla savaşan
değerli ruhların da desteği alınarak…
Ve her evrensel
sanatçı gibi o da kendi aletlerini toplar; görme, duyma, tat alma, koku alma,
dokunma, beyin…
Onun tırmanışı aynı zamanda,
kaçışıdır da. Yapaylıktan, kurnaz siyasetlerden, baş edemeyeceği vurguna
dönüşen ticaretler den; belki de amansız bir hastalık gibi dünyaya, insana
çöreklenen bir sürü hastalıktan…
Daha yaşarken,
bedeninin ağırlıksız lığını hissettiği bellidir. O yüzden, kendini kanatması, acısız lığa tutunuşuyla dengelenir. Yürüdükçe bıraktığı kırmızı izler, rehbersiz
yol alışlar; hepsi, tırmanışın öğretilerle küllenip soğuyacağını, eninde
sonunda bu değerli bilgeliğin yanardağı lavları gibi yararlı birer mineral
deposunu biliyordu…
O yüzden, gittiği
her ülkede, şehirde, daima yanında taşıdığı bir avuç Girit toprağı bulunurdu. İstediği,
ihtiyaç duyduğu vakit; o toprağa dokunup sıkıyordu. Belki de o kadar yükseklerde,
taşlarla birlikte taşlaşmamak; toprağın verimliliği, yumuşaklığı,
üretkenliğiyle mayalanma çabalarından başka bir şey değildi yaptığı.
Girit’e hiç
gitmedim. Gitme sebebim olacak bir nedenim var artık. Seyahat etme isteğimden öte;
kanla oluşturulmuş kayalık patikalarda ki izlerin ruhunu selamlama arzum;
Kazancakis’in arzusundan daha güçsüz değil. Sadece, gücünü bilip, büzülmüş bir
tohum kadar cesur, sabırlı bekliyorum…
Kazancakis
tırmanışında dört isimden söz eder; İsa, Buda, Lenin, Odysseus, beşinciyi
Nietzsche olarak ilave ettim. Fakat altıncıyı, o büyük tırmanışında yarattığı,
belki de bulduğu bir isim daha var; Zorba… Zorba; Kazancakis’in kendine
armağanı kadar; insanlığa armağanıdır da…
Yaşamın anlamı,
anlamsızlığı, sadece kaideler üzerine tutunup titizlikler le kavrulup,
debelendiğimiz her an; Zorba gibi arkadaşlara nasıl da çok muhtaç olduğumuz
ortadadır…
Giritli Bakışı; bir
parça Rumeli, Egeli, Akdenizli; velhasıl, insanlığın dört bir koldan gelip,
kaynaştığı bir güzel eğlencenin de bakışı gibi geliyor bana…
Güven Serin
heey çok iyiydi bu yazın yaaa :) girit görmedim ama görcem, atalarım ordan çünkülüm :)
YanıtlaSil
YanıtlaSilGörülesi bir yer;dar patikalarında,dağ geçitlerinde aramalı insan diğer yanını veya yanlarını:))