özgürüm."
Yaşayan bir efsane...Onu yaşama davet etmek
sadece ve sadece düşler ülkesine gitme
cesareti bulan edebi düşünce sahiplerine aittir.
HİÇBİR ŞEYDEN
KORKMUYORUM
---------------------------------------------
Bir mezar; Ege
Denizinin ortasında bir adada; kale burcunun hemen altında, kalenin bedeni
gibi, mezar ucunda ki taşa bırakılan bir not;
“ Hiçbir şey
beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”
Bu ıssız yerin, soğuk taşı, artık toprak olmuş mezarın ev sahibi;
aynı zamanda en büyük iksirin formülünü mü kazımak istemiş? Yitik uygarlıkların
nice kültürü yitirdiği gibi; hiç olmazsa beklentileri en aza, en sanatsal,
edebi olana doğrultarak, bir sükûnet, dinginlik ve aynı zamanda uçsuz bir
hürriyetin buluşu bu basit sözcüklerde mi gizli?
Nobel’i bir puanla
kaçıran; belki de bu kaçışa, mezar taşında ki sözle yanıt arayıp bulan; “
Hiçbir şey beklemiyorum!” insandır Nikos KAZANCAKİS. Onun gözünden
baktığınızda, iki milletin; Türkler ve Yunanlıların birbirine ne kadar muhtaç
olduğunu, iyiliğin ve kötülüğün her an her yerde değişebileceğini; bütün bildik
kalıpları, önyargıları yerle bir eden bir düşüncenin ipine tutunmanız
mümkündür.
Beklentilerimiz
sıfır hacim, sıfır rakımda olamaz elbet. Sınırlarını belirleyen ise yüksek
kültürün yere inmiş, kök salmış, göklerden süzülmüş halidir.
Bu yüzden düşündürücüdür;
eğitimle ilgili bir yazı hazırlamak istediğimde okul okul dolaştığım halde;
hiçbir yönetici cevap alamadım; gazete yazarı olduğum için! Korkuları yok
mudur; koltuklarından, kazançlarından, rütbelerinden yana?
Sırf bu nedenden
ötürü; Namık Kemal Üniversitesini, kaybolan yaşlı ağaçlarımız sebebiyle
aradığımda, oradan oraya telefon bağlantıları sonrası; hiçbir cevaba, kaygıya
ulaşamamış olmam?
Bunun için değil
midir; Tekirdağ Kültür ve Turizm Müdürlüğünün, kültürden ve turizmden yana
neredeyse en fakir bir şehir haline gelmemizi sorgulayan yazılarımı, sorularımı
cevapsız bırakmaları?
Yine, en yakın
arkadaşım bile, devlet dairesi, belediye çalışanıysa, yanımda anlattığı
muhabbete çekine çekine yön vermesi, sürekli sansür koyması ve ara sıra; “
Bunları yazmasın değil mi?” uyarılarıyla beni kamçılayıp, düşündürdükleri
belliyken…
Ne büyük korkular ve
ne anlaşılmaz ipotekler koyuyoruz kendi ruhumuza. Oysa hiçbir sorgulama,
irdeleme, cevap arama; hoyratlığa teslim edilmez zorunda değil. Hakaret
etmeden, lanetli şantajlara sarılmadan da, iyiye, güzele ulaşmak; esas olan
hürriyeti, gelişmeyi el birliğiyle sağlamak mümkünken…
Heraklion-Girit’de
taş mezarın içinde yatan, taşa kazınmış sözcüklerin yazarı; sanırsınız ki
toprak olup gitmiştir. Tam da bu gitme anında başlar, sanatın görevi. Hayatta
ona iyiliği dokunan şeylerden; gezi ve düşlerden söz eder.
Gezi ve düşler; ne
büyük buluş… Abidin Dino’nun ağrılı, sancılı hastalığı sırasında, ölüm için
söylediği söz; “ ölüm mü, ne büyük buluş!”
Düşler, geziler;
edebiyat da öyle bir kurtarıcıdır. Onu hafife aldıkça, hafiflemez, ayrıca daha
da ağırlaşırsınız. Kokmaya başlarsınız…
Yazarın, ruhunda iz
bırakan birkaç insan; “ Homeros, Buddha, Bergson, Nietzche ve Zorba”dır.
Hafife alacaksanız;
kabalığımızı, cin olmadan insan çarpmalarımızı! Bol gösterişli fiyakaları,
bilgiden, tecrübeden beslenmeyen büyük ve öldürücü gururu değil.
Canımız yanınca atı
geçen, miskin hallerimizi ciddiye alıp, bu şehrin olmayan, kaybolan, kaybolmuş
bütün hikâyelerine, kültürlerine borçlu olduğumuzun ağırlığını taşıyalım; ağır insan
olmayı düşünecek kadar hafife alınmış yaşamların değerli esintisinin de farkın
varmış olarak…
Hiçbir şey beklemeyen
yazar; belki de bir oyun oynadı; hem kendine, hem bize. Düşlerin yaratıcısı
değil midir; iyi yazarlar ve şairler?
Aynı zamanda koskoca
Homeros, Buddha, Nietzche ve Bergson insanın arkadaşıysa; ayağınızı denk
alacaksınız! Sizi öyle bir yere çeker ki; bir bakmışsınız, tüy gibi olmuşsunuz.
Kanatlara ihtiyaç duymadan uçmayı, ayaklarınız olmadan yürümeyi, gözleriniz
olmadan görmeyi, kulaklarınız olmadan duymayı çözmüş olursunuz.
Ne çok, uzak şeyler;
bizim insanımıza! Her şey güllük gülistanlıkmış gibi, caddeleri, sokakları
araçlarla dolduran, marşa basıp, dünyanın bir ucuna gideceğini sanan, gizli bir
el tarafından prangalarına sağlamca bağlanan insanlarımız; üstelik bütün
düğümleri kendimiz atıyoruz; ne yaman bir görüntü…
Çok güzel bir yazı. Birkaç kez derinlemesine okundukça, her okuma farklı yönlere sürüklüyor insanı.
YanıtlaSil"Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm." diyebilmek... Kaç kişi böyle haykırabilir günümüzde...?
Düğümleri bağlanan insanlar ancak düğümler çok sıkınca çözmek istediklerinde anlıyorlar tutsak olduklarını...
YanıtlaSilKesinlikle Makbule Hanım;ne çok düğüm atılmaya başlanıyor;doğumla,coğrafyayla ile birlikte...Teşekkürler...