Sayfalar

14 Kasım 2017 Salı

ZAMAN ASLA ÖLMEZ





                                                 ZAMAN ASLA ÖLMEZ


  Before the Rain filminin başlangıç sözleridir bu sözler;

“ Zaman asla ölmez! Çember yuvarlak değildir” Bir açılım, bir anlam ki; Sonsuz…

  Film, Fransız İngiliz ortak yapımı! Çekildiği yer; Makedonya; Ohri yakınlarında. Daha yeni geldiğim diyarlar. Dağlarından, ormanlarından, insanlarından ve sularından; çok yeni geldim…

   Bu filmi izlemem gerektiğinin notu; masamda, beynimde çoktan kazınmışken; izlememe engel olan şey neydi? Bir bilinmezlik; çemberin yuvarlak olmayışı… Zamanın da ölmediği… Filmin karakterlerinden Makedon fotoğrafçı, ülkesine-köyüne 16 yıl sonra geri dönüyor. Kabul görmüyor; bizden değildir, deniyor…

  Ya ben; neredeyse 140 yıl sonra; büyük dede ve ninelerim adına gidiyorum. Onaylayacak makamlar onaylıyor; sınır kapılarından kolayca geçtim. Bütün korkulardan, sorulacak sorulardan öte; doğum günüm bile kutlandı; Makedon sınır kapısında görevli tarafından.

  Filmin çekildiği kilise; Sveti Jevan Kaneo;Ohri,Üsküp;kısacası Makedonya da ona benzer,neredeyse aynısı yüzlerce kilise-manastırdan birisi; Rum ve Ermeni mimarisinin ürkünç güzel örnekleri…

  Neyi anlatıyor film? Elbette daha çeyrek yüzyıl önce yaşanan savaşı! Gözyaşlarını, sürgünleri, korkuları…600 yıl bir arada; camilerin, kiliselerin, manastırların; kısacası göklere; tanrıya yakarışların neredeyse aynı çatı, rüzgâr altında yaşandığı büyük kırılmaların sadece bir bölümünü…

  Bu diyarlara gitmiş olanlar veya hiç gitmemişler. Tıpkı, ne zaman okuduğumu ve kimin tarafından söylendiğini bilmediğim bu sözcü de yanlarında getirsinler;

  “ Dağlara gitmeden önce; o yöreyi iyi tanıyın! Hiç farkına varmadan nadide bir çiçeğin üzerine basar da geçersiniz! Haberiniz bile olmaz!”

 Bu filmi, dikkatlice, durdurarak izlemeyi; izlenme önerisini edebi, sosyolojik bir sorumluluk içinde yapıyorum.

  Bu yazı, filmin çekildiği yerlerin anısı; daha çok taze… Kulağıma gelen halk türküleri ve filmin müziği; şimdi bütün kapıp zamanlara, gözyaşlarına ve zamanın asla ölmeyecek oluşuna; bu insanların kendi elleriyle yaptıkları ve Makedon gümrüğünden aldığım yereye ait; bir bardak brandyi yudumluyorum.

 Boğazımdan mideme inen büyük sıcaklık… Küçük bir yudumun, kapanmayacak olan çemberin sonsuza uzanan akışı gibi; iç organlarıma ve çok hızla beynime ulaşan; ibadet çağrıları; kimi ezan, kimi çan şeklinde…

  Oysa yazarın aradığı şey; insan sesleri… Bakışları… En cılız, en çirkin ve en korunmasız olanlar…

  Şimdi silahlar sustu. Kayıplar çok büyük. Neredeyse yüzyılı aşan insan derecikleri, ırmakları ve sel olup akan büyük balkan türküleri-ağıtları…

 Sanatın korkusu veya çekim kuvveti burada başlar. Ya kaçar, ya yüzleşirsin. Pılıyı pırtıyı kaçmanın zaferine de ulaşmak senin elinde. Kalıp yüzlere kazınan derin çizikler içinde ki yüzlere bakmak ve bakışlarından utanç duymak…

 Hiçbir onurlu balkan yoksulluğu, insanın doymazlığına, vurdumduymazlığına boyun eğecek kadar aşağılara inmez. Gururundan vazgeçmiş görünse de mahcubiyetinden asla…

  Ohri’de yaşayan Fuat Hayrettin Bey, doğma büyüme oralı… Muhtemelen kökleri yüzyıllar ötesine; büyük dedelerimizin geliş zamanına…

  İşte, yılların suskunluğunu bozan bir sesle; “ Bırakıp gittiniz bizi buralarda” demesini, söz verdiği bütün ruhlar, gözyaşları, ağıtlar için de yapıyor; üstelik tam olarak kime seslendiği, niçin seslendiği; belli belirsiz…

 Güven Serin 
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder