TAŞ BİR KULE
Bir kule; bildiğimiz
gibi; taştan ve üzerinde ki şapkaya benzeyen kırmızı damı. Bu kulenin bir
farkı; gözetlemek amaçlı değil. Düşünmek, düşünceye yön veren şeyi; yazı
sanatını ortaya çıkartmak amaçlı kullanıldığı için ünlendi ve şenlendi.
Burada,
Montaigne’nin Denemeleri yazıldı. Dünyanın, insanın sırrını arayan bir
düşünürün, şairin diğerlerinin aradığı şeyi araması…
Giriş katı; dua
odası; orta katı kütüphane ve yazı masası, en üstte ise yalnız bir döşek;
yatmak için. Belki de arınmak; insanı süsleyen şeylerden; gösterişten,
mülklerden veya bedene hapsolmuş ruhu kurtarma çabaları…
Montaigne’nin yaşamı
birçoğumuza göre; “tuzu kuru” yaşam algısıyla kesişse bile, düşüncenin erdemi,
sırrı hemen her yerde ortaya çıkabileceğini gösteren kanıtlarla doludur. Bir
bakmışsınız hiçbir şeyi olmayan Sokrat’da, her şeyi olan Goehte’de veya
Montaigne’de, taş bir kulede sürgün verir yeryüzüne.
Latin şair,
Vergilius’u unuttuğumu sanmayın. Bizim Orhan Veli’yi, İlhan Berk’i, Cemal
Süreyya’yı, Nazım Hikmet’i de…
Taş kulenin tavanı,
yıldızlarla süslü. Açık bir gecenin parlak yıldızları! Neyi anlatıyorlar; hangi
denemenin izdüşümü onları oraya monte etti? Sonsuzluğa açılan kapının
penceresine bakma isteği? Yoksa düşünce de sonsuzluk gibidir; her daim
gelişmeye, yol almaya devam eder. Korkmayın!
Taş kulenin ağır
kapısı gıcırdıyor içeri girerken büyük düşünürü. Onu orada ağılamaktan, onunla
konuşmaktan dolayı ses veriyor.
Başka bir ses daha
duyuluyor, daha kuzeyde, daha soğuk yellerin estiği yerde; İrlanda da;
“ Artık ağlama, yaslı çoban, artık ağlama/Yas tuttuğun
Lycidas ölmedi, zira/Sudan örtünün altına batmışsa da…”
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder