ÇOCUK OLMAMIŞ
ÇOCUKLAR
-----------------------------------------
Yol, Keşan’a doğru
ilerliyordu. Daha doğrusu, yolu takip eden araç… Yanına oturduğum Çingene
çocuk, çocuk olmayan yüzünde bir toparlanma, telaş yaşadı. Daha da büzüldü,
zaten kendi tarafında oturduğu koltuğa.
Belli ki yaşamın
şartları ona, çocuk olmadan büyüklerin davranışlarını, tepkilerini öğretmişti.
Sağ elinin üzerinde kocaman bir yara kapanmaya yakın, kabukları yarı kaşınmış,
koparılmış pembemsi çirkinlikteydi.
Tekirdağ’dan gelip
benim gibi Keşan’a gidiyor. Nerede kalıyorsun? Yurtta! Ailen var mı? Babam
bonzai yüzünden hapishanede. Annen? Keşan’da! Görüşüyor musun? Bazen geliyor
dolaşmaya.
İsmi Cüneyt! Çocuk
olmadan büyük olmuş; belki de kadersel bir zorlamayla büyümeye bırakılmış;
itilmiş…
Üst üste aynı soruyu
sordum; Sizi yurtta iyi bakıyorlar mı? Evet! İki kez üst üste evet cevabı…
Soğuk, sıcak olmayan bir evet… Araç Trakya’nın tarlalarının, dağlarının
yakınından akıp gidiyor Keşan’a doğru.
Cüneyt, birkaç kez
üst üste hapşırdı. Cebimde ki mendil paketinden bir tane beyaz mendil çıkartıp
Cüneyt’e uzattım. Çocuk olmayan yüzünde bir hayret; temiz giyimli bir insanın
ona temiz bin mendil uzatması! Belki de ilk kez yaşıyordu bu ilişkiyi…
Mendile uzun uzun
baktı. Beyazlığının temizliğinde mi kayboldu? Yoksa onu bir hatıra mı kabul
etti. Mendili, incitmekten korkan bir uğraş verdi. Mendile diğer elinle dokunup
durdu.
Elinin yarasını
sordum. Motoru tamir ederken oldu, dedi. Çocuk olmadan, tamirci olmuş! Kim
bilir daha neler oldu. Hangi eziyetleri gördü de ona devletin koruyucu eli
uzanmış.
Aracın ön
koltuklarından birinde bir kadın telefonla konuşuyordu. Giyim kuşamına
bakılırsa ev hanımı, kasaba kültürüne tutunmuş bir insan. Her cümlesinin
başında, sonunda veya ortasında; “ Rutin” kelimesini kullanıyor; aşağı rutin,
yukarı rutin…
Keşen Otogarına
indiğimizde İpsala’ya gidecek araçlara doğru ilerlerken arkamdan bir ses;
“ İyi günler ağabey!”
Seslenen kişi,
Cüneyt! Çocuk olmadan yaşlanan yüzün sahibi. Dönüp, iyi günler diledikten sonra,
ona sahip çıkan Edirne Keşan Sosyal Hizmetler Merkezinin sıcak güvencesine ;bir
teselli sıcaklığına dokundum;her şeye rağmen…
Kurumlar, kuruluşlar
daha da çoğalmalı ve önemsenmeli. Kendine yetmeyen, kaderin, yaşamın zalimliğini,
vurgununu yiyen her insan; birinci sınıf insan düşüncesiyle ağırlanmalı. Uygar devletin,
büyük milletin, mazluma, yetersiz olana, mağlup olmuş, kaybetmişe verdiği
vereceği en hakiki itibar, yarar; onu sıcak bir yuvanın, samimi, sevgi dolu
milletin bağrına almak…
Cüneyt’e bir soru
sormuştum; Okuyor musun? Evet ağabey! Ne olmayı düşünüyorsun büyüyünce? Polis!
Bu kurumların
korumaya alınmış çocukları, polis, doktor, hemşire, mühendis, öğretmen;
kısacası yaşama hizmet edecek her türlü mesleğin sahibi olmalı. Sosyal, vicdani
ve ilmi değişim, böyle şekillenirse, milletimizin büyüklüğü, manevi kültürü;
bir destan gibi; yayılıverir, tüm puslu, fırtınalı zamanların üzerine.
Bu toplum çocukların sorununu yıllardır maalesef çözemedi.Yara tedavi edilmezse önce iltihap topluyor, sonra kangrene kadar gidiyor.Uyuşturucu okul kapılarına kadar indi, okul zamanı tarlada ürün toplayan çocuklar. Yetersiz beslenen, çok düşük ücretle çalıştırılan çocuklar. Dünya bazen savaşta ruhsal hasar gören çocukların fotoğraflarını yayınlıyor. Bakması bile zor. Çocukluk travmaları yıllar sürüyor. Otobüsteki "küçük adam" Cüneyt gibi öyle çok çocuk var ki. Keşke bir şeyler yapabilsek... İçlerindeki çığlıkları duyabilsek...
YanıtlaSil
YanıtlaSilHer daim hiç peşini bırakmayacağımız bir sorun sevgili öğretmenim. Horlanmanın,itilmenin çocukları büyük insan olunca;hiçbir önlem yeterli olmuyor,çocukluğun sevgi kucakları kadar. Olayın vicdani tarafı bir yana;sosyal tarafı diğer yana... Teşekkür ederim...