ÇALIN
DAVULLARI
Bir Selanik türküsü;
davullardın sesinde umut arayan bir sesleniş… Ezgisiyle, anlattığı hikâyesiyle,
insanı anlatır. İnsanın gamlı ve bir o kadar gerçek olan hikâyelerini.
Ölüme yakın, yolun
sonunda fakat ölüme sesleniş; üç günlük sürenin isteme yüceliği… İsveç
sineması, İmgar Bergman’ın yönetiminde Yedinci Mühür filmiyle aynı düşünce
içerisinde; ölümü yenme, alt etme, bir parça zaman kazanma üzerine kuruludur.
Türküde, sanatın
içselliğine, samimiyetine güvenilir. Yitik olanların kurban hallerini,
yitirilecek olanlara ölçü, teselli veya bir parça umut olması istenir. Oldukça
zarif bir istek; büyük bir aşkın kayıp hali için yakılan bir sevda destanı.
Ölümle, şarkının,
türkünün aracılığıyla anlaşma yapılmak isteniyor. Sorgu ve sualsiz bir istek…
Ölüme yalvarışta ki pazarlığın tek iteneği, sevdaya bırakılacak bir not, haber;
belki de dokunuş…
Bergman’ın sineması
ise tam tersi. Düşünceyi, bize bastırılan korkuları, ayıpları, günahları
soğruluyor. Ölüm karşısına dikildiğinde;” Benim için mi geldin?” diyecek kadar
düşündürücü bir işlem…
Ölümü temsil eden
Azrail siyah giysiler içerisindedir. Hazır mısın? Diye sorar Bergman’ın
filminde ki oyuncuya. Bedenim korkuyor ama ben değil! Derken, aklı, bedenin
dışına taşıyan, taşmış bir kültürün sinema sanatıyla insana, insanlığa akışına
da tanıklık ediyoruz.
Ölümün meleği,
öldürme adına kendine güveni tamdır. Bergman sinemasının satranç oyuncusunun da
güveni tamdır. Ve satranç biliyor musun? Diye sorar ölüm meleğine. Çok iyi!
Der. Ve ölüm meleğini satranç oynamaya ikna eder. Satranç oyununa ve kendi
büyüklüğünün gücüne o kadar inanmış ki; ölüm meleği; kabul eder.
Oyuncunun tek istediği;
satrançta ölüm meleğini yenerse; ona bir süre zaman vermesi. Tıpkı, Selanik
türküsü gibi; üç günlük süre, bir ömrün sevdasını kurtaracağı gibi, o büyük hissedişi,
sıkıntıyı da bir kenara itecek gibi zaman kazanmak istiyor.
İnsan, en çıkmaz
anlarda yaratmıştır sanatın seslerini. Yüce ağıtlar; dayanılmaz acıların dağlayıcısı
olurken; ilahiler, sızıları dindirme, yaraların akışını azaltıp, kapatma zamanı
kazandırır.
İnsan göçlerinin,
uygarlık süreçleri, kırılma, değişim anlarının kesişme noktaları; en büyük olaylara,
kayıplara, hüzünlere ev sahipliği yapmasının yanında; en hakiki sanatı da
yeşertme haklarına sahiptirler.
Bu hak; belki
evrensel-evrimsel, belki de yaratıcının ince hesaplamalarından o büyük kadersel
sonuçlarından birisidir. Hüzünlerin, özlemlerin, kayıpların fokurdadığı
kazanlarda pişen yemeğin tadı tuzu ve yaşamsal önemi; insan ömürlerinden çok öte;
kalıcı bir ebediyete yazgılıdırlar.
İster Selanik
Türküsünde ki çalan davullar şenliğine, şenlik olurken kazılan mezarların,
dökülen suların gelenekselliğine dokunarak ölüme meydan okunsun! İsterse,
sinema sanatı ve insan ustalığının, felsefe, sosyoloji ve ilimle ulaştığı yerde;
dinlerin korku ve kayıplardan beslenirken, aranan sorulara verilmeyen yarı cevapların,
aklın, arayışın peşinde koşan insana yetmediğini anlatsın; bütün akış insana
çıkar.
Bu oluşumun biricik sahibi,
bütün kavramların, eserlerin anlaşılır, tanımlanır hale gelmesi; bilinen manada
insanın yüce bir hafıza ve dil buluşundan, mucizesinden başka bir şey değildir.
Ölümle satranç
oynayan oyuncu; ölümü yenerse, canını kurtaracaktır. Nereye kadar? Neyi bulmak
ister? İşte;İngmar Bergman’ın filmi bu sorulara cevap arıyor;
“Olabildiğince açık konuşmak istiyorum; fakat kalbim boş.
İçim tiksintiyle doluyor. İnsanlara karşı duyarsız yaşadım. Şimdi bir
hayaletler dünyasındayım. Tutsağım… Yine de ölmek istemiyorum. Neyi bekliyorum?
Bilgi istiyorum. Kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz?
Benim gibi isteyen ama yapamayanlar ne olacak? Ya inanmayanlar? İçimde ki
Tanrı’yı neden öldüremiyorum? İnanç veya varsayım değil; ben bilgi istiyorum.”
Bergman’ın
yönetmenliği, sinema eliyle arayışı bu yolda, büyük insan yolculuğunda birkaç
adın atarken, türkülerde ki kestirme gidiş, derinlikten, yükseklikten değil de;
o an ki yaşamın, yaşama ait; sevme, ölüm, özlem ve ayrılıklardan öte geçmiyor.
Türküler bu yüzden
dilden dile aktarılıyor. Basit ve duru, tartışılmaz derece açıkta ve sade bir
ezgi tepsisi içinde sunuldukları için. Bergman’ın satranç oyuncusu ise zor olana;
o büyük dünyaya açıklık getirmek üzerine; çanlar çalıyor, ölümler yaşanıyorken;
anlamsızlığı, hiçliği kabul edilir bir anlayışa çekebilme cesareti içinde,
doğru dürüst hiçbir bilginin, papazin, rahibin veremeyeceği cevabı arıyor.
Yaşamın anlamını.
İnanmanın sadeliğini, kararlı olanını. En masum olan, en içten paylaşımların,
yaşamların kalıntılarını; mazeretlerin, bitmeyen kurnaz çıkarların çok ötesine
taşarak…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder