Yalnızlığın edebiyata,sonsuza adanmış hikayelere
dönüştüğü,dönüşümü insan zekasıyla,kendi
evrenini yarattığı Kafka...
CEZA SÖMÜRGESİ
Kafka’nın önemli bir
eseridir Ceza Sömürgesi. Belki de insanlığın var olduğu sürece kılık, kimlik
değiştirip hiç bitmeyen sömürgelerin, azalmayacak cezaları ve eziyetlerini de
ağıtlar veya sinema keyfinde izlemeye, dinlemeye devam edeceğiz.
Hiç kimse saf
iyiliği, hakikatin doğrusunu-doğruluğunu aramaya kalkmasın. Belki çok uzakta,
belki çok derinde... Belki de hiçbir zaman ulaşılamayacak; insanın mayasına,
evrimine ters bir şey de olabilir…
Kafka elinde ki en
büyük güce; edebiyata sığınarak yaratıyor bu eserini. Aslında var olanı, her
gün gözümüzün önünde, ruhumuzu dürten yaşam şekillerini, mimari, mühendislik
zanaatıyla taçlandırıyor.
Elinize bir
mikroskop alıp en küçük zerrelere bakarsanız şaşkına varmamız olağan bir
şeydir. Belki de elimizden, bedenimizden korkarız; o küçük canlılarla birlikte
mi yaşıyoruz diye; dert ediniriz.
Bir teleskop üzerinde
çalışıp göğü, derin uzayı gözlemlesek, aynı şaşkınlığımız bir değil bin kat
daha artar. Etrafımızda ki ölçülerin komikli, bizim yüceliğimizin evrende ki
zavallılığı bizi tüketecek kadar mütevazı bile yapabilir.
Kafka Ceza
Sömürgesinde insanoğlunun sömürgelere uyguladığı insanüstü buluşları, oyunları,
eziyete dönüşen ilimleri de anlatıyor. Eğer ki anlamak, kıçımıza batacak
iğnelerin çuvaldıza dönüşmemesini arzulayıp, bir parça duyarlılığın
zararsızlığını görmek, anlamak istiyorsak…
Sömürge ve sömürülme
her kılıkta varlığını yaşamsal bir gerçeklik, sanki bir vazgeçilmezlik içinde
koruyor.
Dünyanın
zenginlerine, ellerinde tuttukları mal-mülkleri matematiğin hakiki
orantılarıyla düşünürsek, halen temiz suya hasret milyarları, yoksulluğun,
açlığın, sefaletin ve savaşların içinde ki milyarları düşünürsek; hiçbir
mazeretimiz, akıl oyunlarımız, vicdan haykırışlarımız bunu izah edemez.
Kafka, Fransız yazar
izah eder. Edebiyatın nezaketine, sırdaşlığına ve ölmezliğine tutunarak
haykırır; kitapların arasına sıkışmış sözcüklerin cümleleriyle; bir bir
düşündürür insanı; hatta korkutur da…
Bir sömürge ülkesini
anlatır. Orada uygulanan keyfi idamları… Ve bir subay tarafından icat edilen
ÖLÜM MAKİNESİNİ…
Makine üç bölümden
oluşur. Yatak, nakkaş, tırmık… İçine yatırılan, mahkûm, sorgusuz, sualsiz ölüme
yollanır. Ölüm yolculuğu tam tamına 12 saat sürer… Mahkûmun ölümünü, makinenin
mahkûm üzerinde çalışan iğnelerini görsünler diye izleyiciler için camdan
yapılmıştır.
Sömürgeler ve
sömürülenler har daim insanlık anıtı gibi yükseklerde olmaya devam ediyor. Bu
yüzden, demokrasiler demokrasi, özgürlükler özgürlük, adalet tam olarak adalet
olamıyor. Adliyeler yığınla doluyken, yolsuzluklar, yokluklar, iç sızılar ve kırgınlıklar
sürüler halinde, kıtadan kıtaya, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgelere göç
ediyorlar.
Göç eden insanları,
yer, ülke değiştirenleri anlamaktan çok onların en sağlıklı, en işe yararlarını
nazikçe başköşeye oturturken geriye kalanları sömürgelerde ki idam mahkûmları
gibi kaderin; yani yazgının içine bırakıyoruz; kurban törenlerinin bir başka
törenleri gibi; 7 milyar insan; insanlığın cümbüşünü izliyor.
Kafka eserinde
madalyonun iki yüzünü de unutmamış. Her ne kadar mahkûmların, yoksul, korumasız
insanlar olduğunu bir kez daha; bin kez hatırlatılmış gibi, her an her yerde
bizlerin de yaptığı gibi yapıyor.
Madalyonun diğer yüzüyse,
idam mahkûmlarını, sorgusuz, sualsiz; hatta adaletsiz bir şekilde ölüm
makinesine yatıran ve onların eziyet çekerek ölümlerini 12 saat boyunca zevkle
sanatsal bir hissedişle izleyen subayın, en sonunda makinenin içine kendini
sokup, aynı sonu tercih etmesi de şaşırtmıyor insanı.
Eserde geçtiği gibi;
KADER DEĞİŞİKLİĞİ; mahkûmun yerine mahkûm eden, eziyet eden; belki de izleye
izleye insan ruhu, iradesi yazgı tarafından yer değiştiriyor.
Kader değişikliğini,
yazgının oyunlarını ve sömürenlerle sömürülenleri biraz daha iyi anlamak için
biraz daha edebiyatın derinlerine uzansak! Sartre’nin Kirli Eller oyununu,
eserini belki tam da bir kez daha okumak, irdelemek zamanıdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder