Kamera; Güven Tekirdağ-Ilgın Ağacı
DIŞARIDA HAVA ÇOK GÜZEL
Evet, baharla
birlikte dışarıda hava çok güzel... İğde kokularından tutun da, zambaklara,
erguvan, güllere kadar tabiata, yaşama dair ne varsa çılgınlar gibi seçenek
sunuyor.
Burnunuz iyi,
gözleriniz gördüğünü dönüşüme, üretime gönderecek güçteyse; dışarıda hava iyi,
oldukça iyi…
Havanın iyi olması,
güneşin baharı coşturması yine yetmiyor. Yelken Kulübün çayhane kısmında bir
deryaya ya bakar gibi baktığım büyük suyu ufka kadar tarıyorum. Karşı kıyılara
baktım bir yudum çayın ne büyük güzellik olduğunu bilerek…
Bir balık; kefal olmalı. Bir gösteri yapar gibi ardı ardına
zıplıyor. Yan masada oturan kadınlar balık zıpladıkça;
“ Hay yavrum; ne
güzel zıplıyor. Hay canım, ne güzel şey!”
Ufku, karşı kıyıları
taramayı bırakıp ben de kadıların hayran kaldığı balığı izlemeye başladım.
Balık zıpladıkça her an fırsat kollayan martılardan birisi pürdikkat kesildi.
Balığın zıplayışının nedenini düşündüm. Deniz bilimi keşfedilmeyi bekleyen
öğretilerle dolu… Bunlardan birisi de balığın havaya zıplaması, bir başka
balıktan korkup kaçma sebebi. Veya oksijen yetersizliğinden çare araması…
Balık zıpladıkça ona
ne hoş balık diye bakan kadınlar balığın gösteri yaptığını sanıp ne güzel
eğlendiler. Halbuki balık can derdinde. Martı, bir fırsat yakalarsa geceyi
rahat ve huzurlu geçirme telaşı içinde pike yapıp durdu. Kadın ise hoşluğun
saadetiyle bir alkış yapmadığı kaldı…
Aynı anda diğer
masada siyaset konuşuluyor. Bir tarafın taraftarı gibi, ya iyi ya kötü
seçenekleri… Hiçbir şekilde ara düşünce, alt, üst; yan; yani perspektif bakış
yok gibi… Yüzler karardıkça kararıyor. Çizgiler derinleştikçe derinleşiyor…
Çaresi yok mu? Var;
tabiat! Tabiatın seçenekleri, şakaları hiç bitmez… Kendini aydın sananların
geldiği oyuna ne demeli? Sadece iyi olmak, bilgisiz, fikirsiz olarak balığın
hoşluğuna mı hayranlık duymalı; yoksa biraz merak ederek, balığın can derdine;
yaşam içindeki o savaşın muazzam değişimine mi dokunulmalı?
Geceyi, karanlıkla,
korkuyla adlandırmak mı; yoksa gecenin tamamen muhteşem bir doğa olayı
olduğunu; dünyanın kendi etrafında dönmesinin canlılar üzerindeki eşsiz
dinlence dengesi olduğunu bilerek geceye sarılmak mı daha iyi?
Hastalıktan yeri
kurtulmuş arkadaşım; ses tonuyla cesaret veriyor. Yüzü yaşamın coşkusuna daha
yakın. Bun rağmen yine izlediği televizyonun etkisi altında; iktidarın
yanlışlarına kendi yanlışıyla karşılık veriyor.
Nedir bu karşılık?
Sıkıntı girdabı? Hürriyet korkusu? Gelecek endişesi… Peki, ama bu korkunun,
hürriyet arayışının ve sahiplenişinin neresindeyiz biz? Hürriyet diyoruz;
hürriyete ne kadar sahibiz?
Birkaç televizyon
kanalı, birkaç dizi izleme köleliği hürriyet midir? Bayatlamış fikirler, öne
kapalı düşünceler hangi hürriyet yolculuğuna yoldaş olur? Tıp Bilimi bile her
beş yılda kendini yenileme ihtiyacı duyarken; okumayan, merak etmeyen,
düşünmeyen, düşünce için en küçük kırıntıya minnet duymayan insanın endişeleri
biter mi?
Dr. Tennur
Koyuncoğlu, iki yıl önce huzurla uğurladığı İç hastalıkları uzmanı Dr. Hikmet
Koyuncuoğlu’nu anıyor. Onun yaşamından gözlemlediğini yaşama; önümdeki büyük
suya katkı yaparak; ırmak tazeliğinde sunuyor;
“ Hikmet Hoca ‘bilim
ciddi iştir, yapmak istediğiniz her iş gibi’ derdi. Bir deney hayvanına ilaç
verdikten sonra, içi burkularak da olsa sıçramasındaki değişiklikleri bir ay
boyunca her gün üç saat gözünü kırpmadan izlerdi. Bilimde ‘yeni bir kolaylık
bulmak özveri işidir’ derdi. Dindar mısınız diye soranlara ‘dünyanın en dindar
kişileri bilim insanlarıdır’ diye yanıt verirdi.
Doğanın
muhteşemliği, insan beyninin gizemi karşısında insanın bildiklerine
gördüklerine güler, geçerdi.
Hikmet Hoca
nüktedandı. Derslerde kendi baharına takılmış genç öğrencilerini gördüğünde,
‘DIŞARIDA HAVA ÇOK GÜZEL, GEZMEYE GİDİN, SIKICI DERSLERİ DİNLEMEYİN’ diyerek
dershanenin havasını canlandırırdı.”
Dışarıda hava çok
güzel; havanın güzelliğini bilecek kadar; balığın zıpladığını, Hikmet Hocanın
insanlık yolculuğu için bilime adanmışlığını, bilimin sadece bir ilaç
kutusundan ibaret olmadığını bilecek kadar güzel ve hoş bir hava…
Sevgili Güven; şiir tadında,roman tadında okudum,okudum. İnsanın yaşama yürümesi,içindekileri belleğinden süzmesi,anlaması,yorumlaması ne güzel. İçim aydınlandı, yüreğim sevinçle doldu. İnsan araştırdıkça, öğrenme aşkıyla yenilendikçe yaşam arabesk olmaktan kurtuluyor. Sürekli şikayet etmekle, sürekli baltalamakla ışığı yontamayız evrenin göğsünden. Sıkıca dokunmak,anlamak lazım. Yaşamı kabusa çevirenleri de anlayarak, yol almak lazim. Yoksa dışarıda ki havanın kokusuna, balığın yaşam savaşına, bilim adamlarının sabır ve inanmışlığına nasıl bir damla su taşıyabiliriz, asl olan ruhumuzun ve bedenimizin arınmışlığı ve ne istediğini bilmesi. Otobüsün duracağı durakları bilmesi gibi..Teşekkür ederim benim güzel dostum..
YanıtlaSil
YanıtlaSilDeğerli dost;hareketin ritmini hep seyahat olarak görenlere şaşıyorum bazen. Bedenin ritmi,ruhsal ritm ile birlikte anlam kazanır. Mizah,ilim,sanat,spor ve elbet yaşamın o muhteşem şeyi; esnekliğin hoşgörüsünü çocukça bir Nejat Uygur tiyatrosu anlayışı içinde görüp ona; o ritme tutunmak... Teşekkür ederim...