Sercan ve Sevilay'ın Hikayesi
Paşaköy-Edirne
Dostum Şerif Bilir sağ tarafımda... Sol tarafımda
çoktan İstanbullu olmuş Eyüp ve Ali...
Bülent ve İsmail Ağabey yan yana,
köy meydanının ferah havası, temiz suyu,demli
çayı ile sohbetin keyfini çıkartıyorlar.
BALKANLARIN DİYARINDA Kİ YER; PAŞAKÖY
Tekirdağ’dan Keşan,
İpsala yönüne ilerlediğinizde İpsala Sınır Kapısına 5 km kala Dörtyol olarak
bilinen yolda bulursunuz kendinizi. Balkanlar burada başlar. Meriç Nehri
buradan geçer; içinde zamansızlığın millerini taşıyarak…
İleri giderseniz
Yunanistan sınır kapısına ulaşırsınız. Sola dönerseniz Paşaköy, Yeni Karpuzlu
ve Enez ile ülke sınırına Enez Kalesinin iç içe geçmiş tarihiyle, masal kadar
güzel insanlık topraklarına, Yunan Tanrı ve Tanrıçalarının evi olan Ege’ye iç
ferahlatıcı düşüncelerle tutuklu kalırsınız…
Ünlü besteci Dimitri
Şostakoviç; “ Durmak tehlikelidir, hatta ölümcüldür.” Der… Tabiatın eşsiz
marifeti, hareketin ahengi, büyük uyumuyla yol alır… Böyle bir inançla yol
aldık doğduğum topraklara; Paşaköy’e.
Yanımda dostlarım
var; Şoför Metin, İsmail Ağabey ve sürücü koltuğunda oturan Y Kuşağı
temsilcimiz genç dostumuz Bülent… Hepsi ben kadar heyecanlı… Nice zaman olmuş
köyümün meydanına kurulmayalı. Yanımda getirdiğim dostlarım ile bu meydan köy meydanı
değil, Roma Kentlerinin büyük seyirciyi ağırlayan, coşturan, çığlık çığlığa
yapan savaş arenasıdır diye çalım satmadığım meydana geldik.
Rumeli’den göç eden
büyük dedelerimizin kurduğu, bir meydanda olması gereken her şeyin olduğu
yerde; hasretle baktım çocukluğuma tanıklık eden çam ağaçlarına. Sıraya
dizilmiş kahveler, berber dükkânı, köy muhtarlığı, cami, okullar, lokantalar…
Daha dün fırının içinde gezinip Nurettin Çiçek ile şakalaşan çilli yüzlü çocuk
Güven’i gördüm…
Düğün evine gittik.
Ala Amcam, sütannem ile bildik o sarılışları gerçekleştirdik. Ve sırasıyla,
genç damadımız Sercan’ın babası Yılmaz, Mehmet Amcam, İsmail Amcam ile
kavuştuk. Şerif ile uzaklığın, görmezliğin hiçbir şey olmadığını bıraktığımız
taze esprilerle, şakalarla demledik…
Düğün Evinin
arkasındaki büyük bahçe bizim; benim doğduğum bahçe… Dört odalı kerpiç ev ve
serin sundurması yok artık. Ama büyük yaşlı dut; son akşam yemeği gibi bütün
bereketiyle fış kırcasına ürün vermişti. Şimdi o büyük kanatlarında beni
taşımıyordu; döngünün büyük hatırına o görevini çoktan yapmış olmanın
nihayetsiz huzuru içinde…
Hatice Ana, yine
dimdik; benim anam… Anların anası… Mavi gözlerin marifetli ellerin yine bildik
insan mahcubiyeti… Onlar, övünmeyi bilmediler… Çalım satmayı… Beyaz atlı prensi
rüyalarında bile görmediler; inandılar ve yola çıktılar; koşuldan arınmış…
Düğün evinin en
mutlu kişileri elbette tam bir beyefendi olan damadımız Sercan Serin. Gelinimiz
gıpta ile baktığım köyümüze 3
km uzaklıkta olan Yeni Karpuzlu cennetine ait Sevilay
Serin. Bu düğün, bu şölen, birçok bölgeden gelen konuklar onların…
Babadostu Ahmet
Ergin’in oğlu İsmali, “ beni tanıdın mı?” diye sordu, insan kılığının en güzel
utangaç haliyle. Tanıdım, dedim İsmail; babadostu Ahmet’in oğlu güzel ruhlu
İsmail, elbette tanıdım… Komşu Hasan’ı da… Kocayol’un Recebini de…
Tanımadıklarım o
kadar çok ki… Genç kızlar, genç erkekler; uygarlık gösterisi içindeler… Bülent,
Metin şaşkın! Burası köy olmaz, bu köyden öte, diyerek oradan oraya fotoğraf
çekimi, video çekimi için koşup duruyorlar.
En büyük şaşırmayı
gece yapıyoruz. Düğünün olduğu yeri, şehirlerde olmayan Açıkhava tören alanına
gidiyoruz. Kokereççiler, sucular, dondurmacılar, baloncular bizden çok önce
gelmişler. Kortej çoktan yola çıkmış. Büyük ekrana verilen görüntüler, güzel
bir ışıklandırma, hiç kimsenin kimseyi rahatsız etmeyeceği kadar büyük alan…
Balonlarla süslü tören alanına gelen herkes gelin ile damadı kutluyor ve
takısın takıyor…
Bilinen her şey
düşünülmüş, şöleni daha anlamlı kılmak adına… Gençlik pırıl pırıl…Işıklar
gibi.. Bildiğim gökyüzüne bakıyorum. Venüs; o göz alıcı ışığın sahibi olan
Venüs’e tam da Ay’ın batısına, Meriç ile Ege’nin buluştuğu yere düşüyor yüzü…
Şerif Bilir
yanımızdan hiç ayrılmıyor. Metin’in elektronik bilgisi işimize yarıyor. Gece
bile dudak uçuklatan güzel fotoğraf çekimleri yapıyor. Bülent, makinesinin
yetmezliği içinde içmeden sarhoş gibi, niçin Metin gibi çekemediğine üzülüyor…
Ayrılık vakti
geliyor. Amcam Ali Serin’e hoşça kal demek için sarılıyorum. Dört kol ve iki
beden; sessizce zamanı durduruyor. Zaten yok zaman… Kavramlara uyum için
üzerinde tepişip duruyoruz. Amcam Ali Serin; “benim için de geleceksin. Bu sayılmaz!”
diyor… Elbette amcam;senin için de, Balkanlar için de, Meriç, Ege, Paşaköy
Ovası, dostum Şerif Bilir, Zekeriya Yaşa, Yılmaz Serin, Mehmet Serin, İsmail
Serin için de geleceğim…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder