Sayfalar

6 Nisan 2015 Pazartesi

GENÇ ŞAİR


Kamera; Güven  Tekirdağ Eski Liman


GENÇ ŞAİR

Liman çay bahçesinde karşılaştım onunla. İğde ağaçlarının hemen yanında oturduğumuz masaya geldi. Üzerinde takım elbise, yeni tıraşlı yüzü; şiire duyduğu derinsel gülümsemesiyle selamladı ve elimi sıktı. Siyah saçları, buğday teni ve oldukça sıhhatli görünüyordu.

  İkiz olan şairimizle az görüşsek, az konuşsak da her daim samimi paylaşımların, edebi yardımlaşmaların, sosyal idrak ve telaşlı samimiyeti içindeyiz… Onlar, yaşama; şiirlere dönüşen dizelerle, ben ise gazetemin köşesindeki düz yazılarımla, makalelerimle kucak açıyoruz. Dur durak bilmeden alınan yol; yerküreye her geçen daha büyük saygı ve sevgi beslememize neden oluyor. Çünkü her gün yeni bir şey daha öğreniyoruz…

  Çaylar söylendi, sohbetin demi çaya yaklaştı. Bir ara herkesin tanıdığı o bildik çocuk yüz; elindeki çiçekleri uygun gördüğü masalara bırakıp günlük harçlığını çıkarma peşinde dolanıyor. Her ne kadar elinde taşıdığı çiçekler, çiçekçilerin işe yaramaz diye çöpe attıkları da olsa, çocuğun aklı bir parça yetmezlik içinde görünüyorsa da o kendi işini en iyi yapanlardan…

 Hiç durmadan dolaşıyor. Nerede dolaşacağını bilerek; kimin masasına veya kime çiçeği uzatacağını hesaplayarak… Özellikle kadınlara uzatıyor. Yanlarında erkek olan kadınlara… Yabancıysalar, çiçek uzatan çocuğun hissiz yüzündeki kımıltısız romantizmin kendilerinde olduğunu sanıp telaş içinde çiçek parası olarak gönüllerinden kopan parayı çocuğa uzatıyorlar.

 Çocuk ellerinde çiçekleriyle dolanırken bu sefer pusulayı şaşırmış olmalı. Bizim masamıza da bir tane gül bıraktı. Tam da şairimizin önüne… Şairimiz şaşırıp, niçin ona bıraktığının yorumunu şöyle yaptı;

 “ Niçin bizim masaya bırakıyor! Gitsin kadınlara versin!”

  Masada gül olurda, şair duygulanır da yazar bu işe el koymaz mı? Koyar elbet. Bende eskimiş bir kalem sahibi olarak şairimize takıldım;

 “ Sevgili şairimi, bu çiçeği sana bırakmasının bir anlamı olmalı. Yeni tıraş olmuşsun. Takım elbisen pırıl pırıl. Yakışıklı görünüyorsun. Sanırım bu güzel gülü vereceğin zarif bir kadın vardır. Bak çevrene ne kadar alımlı kızlar var. Belki birisine gider bu çiçeği verirsin.”

 Bu sözü söyler söylemez şairimiz yerinden zıplar gibi; “ Aman ağabey kalsın! Çiçek de kalsın, gül de dikenleri de. Zaten elime batan dikenler halen çıkmadı; canım yanıyor.”

 Olan olmuştu bir kere. Şairin ince dalına basmıştım. Hayırdır sevgili şair! Bir aşk kanaması, yarası; bir aşk masalı mı?

Evet, dedi. Halen devam eden; zaman zaman dalgalanan bir aşk öyküsü… Çiçeği, yani dikenleri olan gülü ilk tanışmada şairin sevgilisi vermiş. Bu verişi, gülün dikenlerinin batışı olarak kendi şiirsel anlatımıyla; acı çekerken, acının aşkı nasıl beslediğini anlatıyordu.

 Yeni öğrendiğim öğretileri düşündüm. Fransa’da iki yüzyıldan bu yana yapılan Bakalorya sınavları. Liseyi bitiren gençlere sorulan felsefe soruları; onların; yani gençlerin hayata ne kadar odaklanacakları, analitik düşünebilme yetenekleri test ediliyormuş. Bu tür felsefe sorularından bir tanesi de;

  Acı çekmeden arzu mümkün müdür?

 Genç şairim bunu çok iyi anlatıyordu; birkaç kelime, eline battığını mecaz yolla anlattığı gül dikenleri, aşkın iliklerinde aldığı yol; belki de genetik yapıya nüfuz edilen yolculuk, o büyük değişim büyük sarsıntılara neden oluyordu…

 Aşk bu; yabana atılacak bir şey değil… Yenilenmeyi, döllenmeyi, özlemi, ayrıcılığı olan bir şey… Tutkuyla, şıpsevdilikle, ticari ve sosyal kaygılarla olan ilişkilere saygı duymamın sınırlı sebepleri olsa da aşkla karıştırılmasa iyi olur…

  Freud aşk için; “ Nesnenin değerinden fazla değer verilmesidir.” Diyor. Proust ise ; “ Nesneye değerinden daha az değer verilmesi, hem de onun değerleri için cazibesinin çılgınca abartılmasıdır. Ayni zamanda içinde büyük karşıtlıklar barındırabilir!” diyor.

 Schopennhaur ise aşktan kaçmayı tercih eder. Bu kaçışın dahiyane bir açıklamasından çok bir dâhinin zekâsının büyüklüğünün romantizmi, sevgiyi kucaklayacak gücü yoksa filozof olmanın bilginin yüceliğine erişim bağları kurmanın yeterli olmadığı da ortadadır.

Schopennhaur 17 yaşında güzel neşeli bir kıza kur yapmak için sandal gezintisine çıkarmıştır. Kız güzel ve neşelidir. Schopennhaur ise kırk yaşlarını geçmiştir. Kız onun kur yapmasına karşılık vermez. Ve bir dâhinin şehri terk edişi, sevgiliye, aşka uzak duruşu neredeyse perçinlenir…

 Limandan, genç şairinin yanında ayrılırken, genç şair seslendi bana; “ Aşk bir kez olur ağabey; sadece bir kez. Sürekli tekrarlanırsa onun adı aşk değildir…”

 Güven Serin  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder