Kamera; Yunus Ahimehmet Köyü-Saray
Kim bilir ne destanları vardır yaşlı amcaların; destan
anlatma içinde olup dinleyicilerini, not alıcılarını
bulsalar...
KEŞANLI ALİ DESTANI
Keşanlı Ali Destanı,
büyük usta Haldun Taner’in 52 yıl önce yazdığı bir oyundur. Bugün seyretsek,
bugün okusak bu destanı değişen pek bir şeyin olmadığını görür geçeriz. Göçün,
kenar mahallelerin kendi yasalarıyla hiç durmadan yazdıkları destanlardan
sadece bir tanesi…
Nasıl, türküler
toplumların yaşamları, yaşam biçimleri içinden doğar, büyür ve yaşarlarsa;
destanlar da öyledir; sanata adanmış sanatçısını bekler. Yerin altında bekleyen
Ağustos böcekleri larvaları gibi; o an gelince, çığlık çığlığa, sadece bir yaz
zamanına adanmış olmanın hüznünü, küskünlüğünü yaşamadan eğlencenin içine
katılırlar.
Keşanlı Ali Destanı
da öyle bir şey! Manyak Caferi, Lutfiye, Temel, Hafize, Nuri, Derviş, Sipsi ve
başkarakterleri Ali ile Zilha üzerine kurulu bir hikâye… Bu hikâyenin, tiyatro
oyununun ünü çoktan ülke sınırlarının dışına taşmış. Avrupa’nın pek çok
ülkesinde, Amerika’da, Lübnan’da sahnelenmiş. Beğenilmiş, aldığı alkışlar göğe
yükselmiş…
Destanlar, bir
şeylerin eksik olduğu zamanlarda ortaya çıkarlar. Kanunların, adaletin, sosyal
dengelerin, çarpık kentleşmenin, savaşların, göçlerin olduğu zamanlarda… Büyük
usta Haldun Taner yaşasaydı; daha da büyük destanlar yazmaya devam edecekti.
Göçler, göçle birlikte zulme, terk edilmeye bırakılan veya ısrarla sarıldığımız
töreler, görenekler, gelenekler; bugünün meşhur söylemi “ mahalle baskısı” daha
nice destan yazdırırdı.
Büyük kentlerimizin
arka mahalleleri destanların, büyük oyunların sahneleri gibidir. Ne seyircisi
biter, ne eğlencesi ne de kara mizahı…
Ustanın destanı
yiğit mi yiğit, kahraman mı kahraman, kurtarıcı mı kurtarıcı Ali’nin; Keşanlı
Ali ve sevdiği Zilah’nın üzerine kuruludur. Bir de Manyak Cafer’in ününden
yararlandı diye Cafer’in manyak seslenişi can katar bu hikâye’nin sonuna.
Manyak Cafer bildiği bütün küfürleri sıralayarak Ali’nin ortaya çıkmasını
ister;
“ Anasına sövdük çıkmadı. Nişanlısına döşendik tınmadı. Can
kurban böyle efeye be! Ulan ipi kırık, kabız mı oldun korkudan, niye
çıkmıyorsun? Çık ulan erkeksen…
Efeler efesi Ali,
sevdiği kadının; Zilha’nın yanındadır. Zilha’ya seslenir;
“ Tabam beni bekler. Durmak olmaz Zilhacığım.
Zilha: Boş ver tabanı, korkmuyor musun?
Ali: Korkmasına korkuyorum. Ama neylesin ki ortada destan
var. Destanı yalan komak olmaz.
Zilha: Havva, Adem’e ne şart koşmuş; ya ben, ya cennet
demiş. Ben da sana şart koşuyorum Ali. Ya ben, ya destan!
Ali: Maalesef mümkünsüz Zilha. Kaderim beni çağırıyor.
İnsanlar ölür, destanlar kalır. Ben gidiyorum.
Zilha: Gitme Ali, dur Ali…
Ali: (Kapının önüne çıkar) Sinekli’ye canım feda. Kaderim
böyle yazılmış, ne denir…
Koro: Aslan Ali, koç yiğit Ali…
Ali: (Arkaya dönüp Zilha’ya) Yaşasın Sineklidağ. Son sözü bu
oldu dersin. Tarihe böyle geçsin.
Bu destanın
yazılışından bu yana dünya güneşin etrafında 52 kez döndü durdu. Nice doğum ve
ölüm yaşandı. Değişen neler oldu; anlayış ve anlatımların, pırıltı ve
renksizliklerin bıraktığı büyük bıkkınlıklar, bezginlikler, iğrençlikler,
yığınla çoğalan kenar mahalleler; uygar kent yaratma içinde kendi yalnızlığı yaratan
TOKİ’ler kendi destanlarına sürekli sahneler, diyaloglar ürettiler.
Her taraftan destansı
yaşam biçimleri fışkırırken eksek kalan bir şey var; destan yazıcılar ve destan
okuyucular azaldı. Teknoloji oldukça ilerledi. Şimdi tuşa, düğmeye basan herkes
kendi destanını kaleme, videoya alıyor ve herkes aynı anda; bu destan benim, bu
destanı ben yazdım, en güzeli, en can yakacı, en efendisi, en kahramanı, en
heyecanlısı, eşsiz olanı budur diye seslenip dururlar.
Siz siz olun,
destanın içine girecek cesaretiniz varsa, rolünüzü iyi yapın; hangisiyse iyi
oynayın, eninde sonunda büyük seyirci büyük alkış verecek; sahne ışıkları
sönene kadar, keyfini çıkartın…
Ve sahne ışıkları söndüğünde başlayacak esas hayat. Mutluluğun eksik olmadığı bir diliyorum Güven
YanıtlaSil
YanıtlaSilTeşekkür ederim Hamiyet. Sağlık ve hoşlukla...Belki de esas sahne açılacak; kim bilir...