Kamera; Güven Selçuk
BİR KADININ PEŞİNDE
Şafak çoktan
sökmüştü. Tekirdağ'ın en işlek caddesi, yine insan telaşlarıyla tiyatro
sahnesine benzemişti. Yetmeyen kaldırımları, mimari özürlü binalarıyla bir ömür
tüketip, yazın sanatının keyfini çıkarttığım şehir; benim şehrim…
Bu sabah iç dünyamın
peşinde koşmak yerine, dış dünyanın esintisine bıraktım kendimi. Önümde genç
bir kadın yürüyordu. Bilinen kadınlardan daha kilosuz, belki de tam olması
gerektiği gibi… Beyaz babetleri vardı beyaz ayaklarını yürüten. Her yürüyüşte
54 kas oynuyordu, insan bedenini o muhteşem ahenkli yürüyüşünde dik kılmak
için…
Rüzgar, uzun siyah
saçlarını dalgalandırıyordu kadının. Eskitilmiş gri bir pantolon, narin
bacaklarını bir sporcu endamıyla gösteriye çıkmış bir manken gibi yürüyordu
podyuma dönüşmüş uzun caddede. Acelesi yoktu. Belki de onu diğer insanlardan,
ondan da çekici, hoş kadınlardan ayıran şey, acelesi olmadan rüzgarı
incitmeden, insan telaşının korkunç seline kapılmadan, kendine güvenerek
yürümesiydi.
Uzun parmakları
vardı genç kadının. Uzun tırnaklarında oldukça kırmızı, oldukça parıltılı bir
ojenin rengi; bütün sadeliğe meydan okurcasına dalgalanan saçlarıyla birlikte
oynayan 54 kasına uyum sağlamış vaziyette, hemen önümde kayan bir kuyruklu
yıldız gibi kayıyorlardı.
Gri kot pantolonun
üzerinde küçük karelerden oluşmuş bir gömlek; oldukça kısa; poposunu örtmeyecek
kadar kısa. Zaten, bedenine oturmuş pantolonu, kilodan arınmış bedeni,
örtülmeyecek kadar da önemliydi. Pembe, beyaz küçük karelerle donatılmış
gömleğinin hemen altında ipli beyaz bir badi sarmıştı kadının bedenini. Sağ
kolunda kahverengi bir çanta, sol kolunda altın kaplama saat, siyah gözlükleri,
siyah saçlarıyla, arkasına bakmadan ve telaşsız ilerliyordu; yetmezliği ile ün
salmış Tekirdağ şehrimin eğri büğrü kaldırımları üzerinde.
Yüzünü bile
görmediğim kadının peşinde yürüten şey neydi? Zaten yolumun üzerinde olması
mıydı? Onun peşinde olmak istemeseydim, çoktan geçer giderdim onu. Telaşın
alışıldık terleyen bedenleri gibi bende benzer insanlar gibi hep telaş içinde
yüzüyordum o büyük eriyiğin içinde.
Başka bir şey
olmalıydı kadının peşinde oluşumu anlatan. Erotizm! Pornografi! Kadın bedenine,
titizliğine, zarafetine duyduğum saygı! Sanırım hiçbiri değil…
Hak edilmiş seviyeli,
kösnüllükten uzak, her gördüğün dişiye sulanan bir dana olmaktan uzak bir
bakıştı benimki si. Kadın ile erkek ilişkilerini ta baştan beri; kendimi
bildiğim, ilk sevgilimin elini tuttuğum zamanlar bile inceliğe, ahenge,
mevsimlerin dönüşümü gibi dönüşecek güzelliklere adanan felsefenin içinde olduğumu
biliyorum.
Kadınları korkutacak
sıradan bakışları, tacize dönüşecek erkek kabalığını, aklın uçkura takılı
oluşunu baştan beri eleştirmiş olmanın gönül rahatlığı ile ardında yürüdüğüm
kadını ve ona, onun beyaz babetleri içinde taşıdığı beyaz topuklu ayaklarına
kadar bakışıma cevap aradım.
15 yaşında panayır
çadırında izlediğim genç kadın bedenleri, müzik eşliğinde kıvrak erotik
dansları, minnet ile hatırladığım gençlik yıllarıdır. Mağara devirlerinden,
ilkel insan zamanlarından gelen korkunç bir alışkanlığı; saldırmayı, tacizi,
tecavüzü, zorbalığı yok eden şeylerdir; danslar, gösteriler, sinemalar,
tiyatrolar ve birlikte büyüyüp, serpildiğimiz sevgililer.
Erkek bedeninin de
önemli olduğunu, erkeğin de seçici olması gerektiğini, bir köy boğası, dölleme
makinesi olmadığını öğretir bize; sanatın her türlü ahenkli gösterisi; müziğin
her türlü; her perdeden yayılan sesleri…
Uygar ülkeler,
uygarlık yolculuğunda, ilk önce erkek ve kadın kösnüllüğünü yatırmışlar masaya.
Her türlü sıra dışı isteğin, gösterinin, açlığın; alışverişin karşılanacağı
yerleri yasalar içinde uygulamaya koymuşlar.
Korkutarak, ayıplara
gömerek insan duygularını öldüreyim derken, insan denen harika canlıyı; bir
hayvanda bile görülmeyecek kötülüklerden arındırma projeleridir; insana
güvenmek, onun özgürlüğünü, kendi sesini, bedenini, ruhunu tanıyacağı şansı
vermek; aynı zamanda o toplumun, biliminin, sanatının da kazanacağı dünya
arenasına güçlü bir gösteri yapacağının da ifadesidir…
Genç kadının peşinden
ayrılırken, düşüncenin, görgünün, beğeninin, güzel ve şık olmanın “hadi gel
hemen yatalım” çağrısı anlamına gelmediği, öyle düşünmediğim için, güne de,
önümde yürüyen beyaz babetli, parlak kırmızı ojeli, uzun beyaz parmaklı genç
kadına da minnet ile teşekkür ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder