Kamera; Güven Çitlembik,kökü taşta, gövdesi uçurumda;
Akdeniz'in,falezlerin sessiz, dirençli dostu...
NEDİR DEVLETİN VATANDAŞLARINA KARŞI GÖREVİ?
1950’li yılların
başı; çok partili sisteme geçilmiş; demokrasi adına sancılı dönemler
başlamıştır. Bu dönem, aynı zamanda Köy Enstitülerinin kıyım dönemi ve
Amerikancı politikaların muhteşem kök salış dönemi de diyebiliriz.
Köy Enstitüleri çok
kasa zamanda büyük başarı kazandı. Yıllardır nadas bekleyen toprağın yağmur,
saban, tohum ile buluşması gibi binlerce insanın, doğayla, bilimle, sanatla,
fizikle, matematikle buluşup daha yüksek sesle haykırmaya başlaması bu yıllara
denk gelir.
Bu insanlardan birisi
de Mahmut Makladır. Bizim Köy kitabıyla, köy yaşantısını, yok sayılan binlerce
köyün sanki yeniden keşfedildiği zamandır. Makal, Bizim Köy, kitabıyla köy
yoksulluğuna dikkat çeker. Bu kitap ve bu kitabın yazarı bir efsaneye dönüşecek
kaydı da 1950’li yıllarda yapar.
Peki, bu efsane
nasıl yetişti? Tabi ki Köy Enstitüleri sayesinde… O döneme, Makalların
yetiştiği döneme bakarsak, eğitim sistemindeki devrimin, ne kadar büyük
olduğunu da görürüz. Hiçbir işe yaramaz sanılan bakir toprak, yıllardır
ekilmeyi, sürülmeyi ve yağmuru bekliyordur ve birden, bir çığ gibi büyür, oluk
oluk bereketli Anadolu ovalarına akar.
Türkiye Cumhuriyeti;
kaybolmuş bir milleti, tekrar ortaya çıkartmak, tekrar diriltmektir. Bu
milletin, sadece asker olmadığı, aynı zamanda zanaatkâr, sanatkâr, bilim adamı,
doktor, öğretmen, hemşire, pilot; kısacası, eğitimin yüceliği, insan üzerindeki
ince dokumacılığı muhteşem bir büyük esere; eserler topluluğuna dönüşür…
Cumhuriyetin ilk yıllarında,
aydınlanmaya, yeniliğe ve daha bir insan dönüşümüne katkı veren en önemli
isimlerden olan Mustafa Necati, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel; sadece
şükran duygularımızla değil, mantığımızla da bakıp, anlamaya çalışmamız gereken
üç büyük değerledirir.
Sert bakışlı kara
çocuk Mahmut Makal köy toprağının, ilim, bilim, edebiyat, felsefe ile
yoğrulduğu yıllarda Toros’ların esintisinin dağların eteklerini yaladığı yerde
İvriz Köy Enstitüsü öğrencisidir. Yıl 1943…
Okul inşaat
halindedir. Fakat müsait olan her yerde eğitim, öğretim yapılmaktadır. Okulu
ziyarete gelen Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç öğrencilerin durumunu
görmek için bir takım denetlemelerde bulunurlar.
İlköğretim Genel
Müdürü İsmail Hakkı Tonguç Mahmut Makal’ı ayağa kaldırır ve sorar;
“ NEDİR DEVLETİN VATANDAŞLARINA KARŞI GÖREVİ?”
Öğrencilerin dersi
yurt bilgisidir. İsmail Hakkı Makal’dan cevap alamaz. Belli ki köyün ezilmiş
insanları henüz büyüklerinin karşısında ses, hatta nefes bile almakta,
çıkarmakta zorlanırlar. İsmail Hakkı Tonguç evlatlarını sevgi, öğreti, akıl ile
büyüten bir babanın en samimi ses tonuyla seslenir öğretmene;
“ Bunlar yedi
yüzyıldır konuşmadıkları için çocuğun durumunu doğru karşılıyorum. Konuşturun
bunları. Konuşturun ve düşündüklerini söylemeye alıştırın. İlk yapacakları iş
bu…”
Aradan yetmiş yıl
geçti; bugünün gençliği, geçleri, öğrencileri kendi seslerinden, aldıkları
nefeslerden korkmadan konuşa biliyorlar mı acaba? Ya sonsuz bir şımartma,
beslenme semizliği içinde komik, tombul, hormonlu dönüşümün bibloları, ya da
büyük suskunluğa ant içmiş askerler gibi; kırık, dökük, küskün gençler
topluluğu…
Bugün gelinen
noktada, bu güzel ülkede, kazalarda, binlerce insan ölüyorsa, işlenen vahşetler
“Elm Sokağı Kâbusu” filminden bile daha büyük kâbusa dönüşmüşse; yetmiş yıl
önce yapılan sesleniş; o büyük aydın, ülkesini seven insan; Tonguç’un yaptığı
nazik uyarı, ne hazindir ki yerine getirilmem işe benziyor…
Eğer yerine gelseydi,
ne doğunun güzel insanları çığa dönüşmüş göçler ile şehirlerin köleleri, kenar
mahalle kurucularına dönüşür, ne de hakkımızı yiyen, dalaverenin en büyüğünü,
politika adı altında bizlere yutturanlara sessiz kalırdık…
Sessizliği bozan ses;
ülkenin büyük adam rolündeki insandan geliyor. Soma’da ölen onlarca madencinin,
kara yas tutan ailelerini, ülke kamuoyunun patlama noktasına gelmiş merhametini
yatıştırmak için insanlık tarihine harika bir komedi sunar gibi sesleniyor;
“ Her türlü önlemi
alacağız. Yapılması gereken ne varsa yapacağız!” Bunca ölüm, bunca kıyımdan
sonra; ne yapıla bilinir ki; bol bol; “ kanları yerde kalmayacak, yüce Allah'tan
rahmet” sözleri…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder