Kamera; Güven Kaleiçi-Antalya
"Kader diye bir şey yoktur,yalnız sınırlar vardır.
En kötü yazgı,sınırları sabırla karşılamaktır.
KARŞI ÇIKMAK GEREKİR."
Kamera; Güven Kaleiçi
Niçin merak ettim? Yüzlerce kişinin içinden niçin
onu seçtim? Halbuki bende akan zaman gibi
akan şarap,bira,rakı,müzik ve çığlıklar gibi
akmak istiyordum. Elbet,oturan midyeci
çocuğun yüzündeki yorgun huzuru gördüm.
Bir yazar için en kötü şey, en olmadık
yerde ıslanmaya,üşümeye, yanmaya
başlamasıdır. Kalem ve kağıt gerekir;
yanmamak,üşümemek,ıslanmamak için..
MİDYECİ ÇOCUK
Tabiatın oldukça
cömert bulunduğu yerdeyim. Tabiat cömert olunca, bu cömertliğe koşan insan
topluluğu da zenginliğin gösterisini anlatan yapılar çıkarıyorlar ortaya.
Siz, istediğiniz
kadar “temizlik imandan gelir” sözünü söyleyin. Siz, istediğiniz kadar “gâvur
bunlar kıçını yıkamaz” sözüne takılı kalın. Sadece şunu öneririm, bindiğimiz
otobüslerin niçin pis koktuğunu anlamayı. Sokakların bu kadar çok temizlik
imkanı varken niçin temiz durmadığını, evlere girerken ayakkabı çıkartan
insanların o ayakkabı ile tükürdüğü yığının üzerine niçin bastığını…
Doğanın cömertliğine
karşılık, buralarda da cüretkâr ve sanat ile mimariyi önemsemiş, matematiğin,
sosyolojinin bilincine binlerce yıl önce varmış uygarlıklar yeşermiş.
İsterseniz Perge’yi, isterseniz Assos’u, Simena’yı, Phaselis’i, Bergama’yı,
Efes’i gezin; orada, tiyatroların, kanalizasyonların, hamamların,
kütüphanelerin, alışveriş merkezlerinin, genel evlerin olduğunu göreceksiniz. Peki,
ama bu kıçını yıkamayan gâvurlar, meraklı da oluyor. Öğretilere, öykülere,
sanata, bilime, değişime meraklı…
Suyu, acıları,
merhameti, gösteriyi bu kadar sevmiş olan bizler, sokaklarımızın,
parklarımızın, yıkanmayan çoraplarımızın, her gün giyinen ayakkabılarımızın
dayanma güçlerini merak etmez, yüksek koku kurnazlıklarını niçin görmezler?
Midyeci çocuk, bütün
bunların dışındaymış gibiydi. Huzurlu bir yorgunluk içinde, ritmi, sesi yüksek
müziğin büyüsüne kapılmış insan dolu sokağın köşesinde en kıdemli rahip gibi.
En usta yazar, şair gibi yaptığı işin bilincinde, yorgun ama huzur içinde midye
tavasının yanında, ritme, insan gürültülerine ince bir çizgi çekip, kendi
hayallerine, düşlerine ait olmanın, iki boyut arasında bir yerde, dünyaya bakan
bir misafir gibi, gideceği zamana ait yüzün kralı gibi duruyordu midye
tavasının başında.
Adıyamanlı Ömer
yıllardır Kaleiçi hizmet dünyası içinde yoğruluyor. Sezondan sezona göçmen
kuşlar gibi uçup duruyor; kıtadan kıtaya. Sesleniyor bana;
“Bizim bu alanda
herkes birbirini bilir ve tutar. Eğer iyi bir aşçı, garson, iyi bir işçiyseniz,
asla ama asla aç kalmaz, muhakkak bir işiniz olur. Mesela, burada bulunan
midyecilerin tamamı Mardinlidir. Bu işin zevkini, kalesini Mardinliler
tutmuştur.”
Midyeci çocuk el
işaretimi bir tanıdığın özlem dolu çağrısı gibi algıladı;
-
Buyur ağabey.
-
Biraz midye almak istiyorum.
-
Hemen ağabey.
Müzik, ritim, coşku,
insan konuşmaları göğe yüksele dursun, midyeci çocuk, bir duvar ustası gibi
midyeleri tek tek koydu birasını içip ahşap masasına oturduğu, yüksek ritmini
dinlediğim müziklerin mekana. Belli ki işyeri, insan dayanışması ve kollaması
vardı bu dünyada.
İsmi Apo. Mardinli.
Dört arkadaş gecenin en derin saatlerine kadar; 3.00–4.00’a kadar oralarda
bekliyorlar; çevre dükkanların, dükkan sahipleriyle ne kadar uyumluysalar,
müşterileriyle o kadar huzurlu bir seslenişin geçiş törenini yapıyorlar.
Sezondan sezona, biriktirdikleri her kuruşu, evlerine; analarına yolladıkları
gerçeğine sadık kalarak…
Kaleiçi, gecelerin
sarhoşluğuna susadığı kadar, göçlerin, göç edenlerin beslenişine de ev
sahipliği yapıyor. Bir yerde taşkın varsa; o yerde millerin bereketi de vardır.
Yepyeni canlılar gelir, yepyeni canlılara can verecek, canlara can katacak
besinler gibi… Kaleiçi, Rock, Blues, Latin, Pop, Türk Sanat, Türk Halk
müziklerine ev sahipliği yaptığı gibi, Adıyamanlı, Mardinli, Ömerlere, Apolara
da ev sahipliği yapıyor.
Antalya Kaleiçi
Fransız'ı, İngiliz’i, Alman'ı, Türk'ü mutlu ettiği kadar Kürdü de mutlu ediyor;
var olan tabiat gerçeğine sadık kalarak, tüketmek isteyen insanlara, üretmenin
sunumlarını, sanatın, alın terinin, gayretin, dayanıklılığın melodik
seslenişini yaparken mutlu olmak; hem yorgun, hem huzurlu; midyeci çocuk gibi…
İsmi hangi millet,
hangi ülke, hangi ırk olursa olsun, insanlık erdemiyle besleniyorsa, insanlığa
her söz bırakılan kocaman bir mirastır. Bu mirası en iyi bırakanlardan birisi
de Pavese’dir. Pavese;
“Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır. En kötü
yazgı, sınırlara sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir.”
Midyeci çocuk, kader
denen şeye inanarak da, yazgının sınırlarına karşı çıkıp üretenlerin zevkine
varmış, ebedi arayışı, ebedi zenginlikle değil, sınırlı imkânları, sınırlı
beklentiler ile yorgun ama huzurlu hale getirmiş, gece sabaha akarken bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder