Sayfalar

6 Mart 2014 Perşembe

YAŞAM ÖYKÜM YAZDIKLARIM


Kamera; Güven   

YAŞAM ÖYKÜM YAZDIKLARIM

  Enis Batur köşesinde yine meydan okurcasına, sanat ve insan arayışının en üst sorgulamasıyla biraz sanattan, biraz felsefeden söz ediyor. İstanbul Modern’de açılan Erol Akyavaş’ın sergisinden bahis ettikten sonra, Nathalie Sarraute’nin “hayat” hakkında söylediklerini paylaşıyor:

 “ Yaşam öyküm yazdıklarım”, diyordu Natlie Sarraute, “hayatım değil”. Yazar, bir başka yazarın irdelemesinden yola çıkarak kendi arayışına devam ediyor:

 “ Başka bir hayatı olmadığına mı, varmış tabii: üç kız çocuğu doğurmuş, 60 yıl evli kalmış, dostlarını ağırlamış kır evinde. Bahçeli, alçakgönüllü bir taş ev; ufak bir pencerenin önünde yazı masası, üstünde dumanı eksilmeyen kül tablası. Onca sigaraya karşın 100 yaşında ölmüş olması mucize.

  Sahiden de, yazdıklarımız asıl yaşamöykümüz. Çok yazdım diye çok yaşadım, böyle akıl yürütecek ölçüde kendimi yitirmedim; çok yazdımsa kimler, neler geçti hayatımdan, bunu bilebilirim: insanlarla, yerlerle, nesnelerle kaplanmış vakitler. Düşünüyorum da: hiç yazmasaydım ne, ne kadar değişecekti, çıkaramıyorum.

  Sayısı sayılmaz, kim bilir kaç hayatın içine daldım kırk yıldır: tanıdıklarım oldu, daha çok okuduklarım, görüp dinlediklerim. Hiçbirini bütününde göremez bilemeyiz, kendi hayatımızı bile. Hepsinden, ele avuca sığmaz öteki bütünlük belirir.

  Bizimle kaybolacak şey. Bir de kalan, kalacak olan; Arkada/n “



 Kim bilir kaç kez okudum sözcüklere yapışan ruhların seslenişini; tıpkı, çam ağaçlarına dokunarak geçen rüzgârın evrensel türküsü gibi, ürpertici bir güzelliği isteyerek yudumladım ve yudumlayacağım; onlar gibi, sözcükleri yazıya, yazılara akacak ruhları, bedenleri, hayatları solukları, bakışları; insana en büyük armağan olan en samimi haykırışlarını tadacağım; kim bilir kaç kez, döllenecek insanlık, insanın bitmeyen arayışlarının polenleriyle…

  Natlie Sarraute’yi, Enis Batur’u yaşam ile ölüm arasındaki incecik kırıntının ana karasında dinlerken, bir başka yazar-şairin, Sait Faik kendi adasında, kendi taşında sesleniyor bize:

“ Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tutup öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

 Her şey içimizdeki sesin harekete geçmesiyle yaşama, tekrar yaşamlardan yaşama akıyor; hiç kimsenin engelleyemeyeceği bir akış; belki de milyarlarca yıldan bu yana aktığı gibi, eşsiz dünyamızın sıra dışı yaşam gerçekleri adına…

  Güven Serin 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder