Kamera; Güven Büyükada
MAHZUN YÜZLÜ ŞÖVALYE
Genç arkadaşıma
sordum; Kadim zamanlarda, bizler arkadaşlarımızla, sevgilimizle mektuplaşırdık.
Mektubu beklemek, geldiğinde sözcükleri, onu yazan kalemi, tutan parmakları
koklamak ayrı bir şeydi. Şimdi, sizleri bilgisayar ve telefonlarla zamana karşı
yarışır gibisiniz; elektronik postalarda duygusal, romantik veya uzun uzun
sözcüklerden oluşan mektuplar yazıyor musunuz?
Genç adam beni
tanımasa, belki de dalga geçerek cevap verecekti. Yüzüme baktı, soru soran
bakışların ciddi olduğunu görünce daha şimdiden yorgun düşmüş bedeniyle cevap
verdi;
“Hayır, böyle şeşler
yazmıyoruz. Çok kısa harflerle anlaşıyoruz. NH. (Ne Haber!) Nİ (Ne İş!) Anlık
ve çok kısa. Öyle uzun uzun yazsak, arkadaşımız veya sevgilimiz şaşırır, hatta
şaşkına döner. Okumaktan sıkılacağı gibi, bir dahaki severe okumaz bile. “
Ne garip şey,
konuşma dili kimyadaki elementlerin simgesi gibi olmuş. Bu formüllerden beş on
tane ezberledin mi, gerisi kolay yani…
Peki dedim, bir
zamanlar; yani kadim zamanlarda çok büyük bir insan yaşadı. Yazının,
düşüncenin, mizahın büyük ustası Miguel de Carvantes, bilir misin? Kim o,
anımsayamadım, dedi. Hani meşhur kahraman, yel değirmenlerine karşı savaşan,
hiç görmediği kadına deli gibi aşık, doğrunun ve mazlumun yanında, kötünün ve
düzenbazın karşısında duran şövalye Don Quıjote.
Tamam, duydum onu.
Yel Değirmenlerine karşı korkusuzca savaşan adam! Evet, o. Bu şövalye, bu
korkusuz kahraman oldukça iyi mektup yazardı. Dur sana onun mektuplarından en
kısa olanlarından söz edeyim. Hayalinde yarattığı sevgiliye en kıymetli
sözcüklerin en içten duyguların tetiklemesiyle; bak dinle;
“ Yüce ve soylu
hanımefendi! Ey Tonosolu Dulcinea, yokluğunun acısını yüreğinin derinliklerinde
duyan insan, kendisi hasta olduğu halde, sağlık dilekleri yolluyor sana. Güzel
gözlerinin bana hâla hor bakacaksa, bana değer vermeyeceksen, beni
küçümseyeceksen, çok sabırlı olmama rağmen bu acıya dayanamayacağım artık; çok
uzun süredir bırakmıyor beni ve çok da yakıcı çünkü.
Ey nankör sevgili,
ey tatlı düşman, seyisim Sancho, senin aşkının yüzünden düştüğüm durumu
anlatacak sana. Yardım etmek istiyorsan, dediğin her şeyi yerine getirmeye
hazırım; yoksa bildiğini yaparsın. Kendimi öldüreceğim ve böylece o taş
yürekliliğine ve kendi isteklerime uygun davranmış olacağım.
Ölünceye kadar senin
olan ‘Mahzun Yüzlü Şövalye’ “
Genç adam bu hikâyeyi
ilgiyle dinledikten sonra sadece gülümsedi. Masal gibi, diyerek anlık
iletişimlere geri döndü; belki de meşhur şövalyeyi birkaç kelimede bildiğini
sanarak…
Her devir kendi
güzelliği ile çirkinliğini, kendi eksikliği ile fazlalığını yaratır. Evrenin
yaşam üzerinde en büyük çelişkileri yine yaşamın içinde, bizim çok yakınımızda
dolaşır.
Yaşama, evrenin
ulaşılmaz ebedi gücüne bir parça inanmışlık varsa, hiçbir şeyin aynı
kalmayacağını bilen bilgiye biraz tutunmuşsak, bizi insan bataklığına
sürükleyen bilgisizlikten, ezber yaşamlardan, kokuşmuş geleneklerden hızla
uzaklaşır; yeni keşiflerin insanca olanlarını seçeriz; akıl, merhamet ve sanat
dolu donanımlardan asla ama asla zarar gelmez; faydaya dönüktür; yaşama ve
yaşatmaya dönük…
Ülkeyi gençliğe
emanet eden o yüce insanın bu konuda söylediği bir söz vardı;
“ Faaliyet, yaşamın
kendisidir.”
Güven Serin
Maalesef ki kısacık harflerle yaşanır oldu tüm duygular, tüm yaşamlar. Oysa dev gibilerdi, görebilselerdi. Bir hayale yazan kalem hiç susmaz çünkü hayaller yürekten hiç terk-i diyar olmaz.
YanıtlaSil
YanıtlaSilGünaydın Hamiyet. Teşekkürler susmayan,her daim yazan ve düşünen kalem...