Kamera; Güven Ganoslar ve Işık Oyunları
Kamera; Güven
Büyük sanatçının eşsiz eserleri. Ganosların gizemi
hiç bitmeyecek keyiflerle damla damla
çıkarılmalı. Her damla, besleyicilik içinde
ruhunuza şifa adanmışlığı ile yapışacak.
Kamera; Güven
Uçurumun kenarındaki yaşlı meşe ağacı,saygıyı
önünde eğilmeyin hak ediyor. Hemen aşağısı,ürpertici
bir uçurum. Ve yaşamın olduğu büyük deniz...
Kamera; Güven Ganoslarda Sabah Yürüyüşü
Yunus usta ve taş eseri. Zanaatkar insanlar her
zaman ve her yerde, küçük veya büyük bir
eserin doğumu için çırpınır.
Erdem,gün gibi güleç ve heyecanlı...
Kamera; Güven
Dağ Başını Duman Almış, marşı ile ekstrem yürüyüşün
zorlu patikalarına ilerledik. Çok zorlu ve tehlikeli patikalar...
Kamera; Yunus
Çadırlar kuruldu. Odunlar toplandı. Şimdi şiir zamanı...
Kamera, Yunus
Cemal Süreyya ve Üstü Kalsın...
Kamera; Yunus Ganos Dağları ve Marmara
Dağlara yakışan,onlarla uyum içinde olan
çoban Mümin. Birazdan keçilerini ve dost
köpeklerini alıp gecenin dinlencesine ilerleyecek.
Kamera; Yunus
Mümin kamerayı çok sevdi :)) Köpekleri ise
Mümin gittikten sonra bile küçük bir nafaka
umuduyla beklediler.
GANOSLARDA SONBAHAR
2013 yılının sonuna
doğru yaklaşırken sonbahar ile birlikte denizin Çanakkale’ye uzandığı, kıvrıla
kıvrıla büyük bir esere dönüşen, ressamın büyük panoramasını izlemeye gittik.
Ganos Dağları
(Işıklar) gibi büyük eserler topluluğunun, benzersiz güzelliklerin uygarlığa bu
kadar yakın olup da, tama olarak bilinmemesi, anlaşılmaması, o büyük güzelliğin
önünde saygı ile eğilmemesi insanlık adına büyük kayıp.
Ganoslara giden,
gelen çok elbet. Kimi yamaç paraşütü için, kimi ise piknik yapmak, güya
tabiatta huzur bulmak için! Büyük çoğunluğunun yaptığı en hakiki şey; o,
muhteşem dağları, tepeleri, vadileri kirletmek…
Neredeyse bir ömür,
doğruluktan, ahlaktan söz eden insanların, doğayı hiçbir vicdan sorgulaması,
hiçbir akıl sarılması yapmadan kirletmesini anlayamadım, anlayamayacağım da.
Yunus Usta, Erdem ve
ben; Tabiatın sonsuz vericiliğine inanmış üç insan; yine doğanın milyar
yaşındaki döngüsünün, milyon yaşındaki dağlarına gittik. Bu yılın ilk geceli
kampı Eylül ayına denk geldi. Ağaçların yapraklarını yeşilden sarıya, kızıla
dönüştürmeye başladığı, döngünün muhteşem heyecanlı tepelerine…
Geziler, ister tabiata, ister başka şehirlere
olsun, koşulsuzluğun hoşgörüleriyle donatılmalı. Nadide bir çiçeği ezmemek,
ezip fark etmeden yürümemek için gezilecek yerler hakkında bilgi edinmek, orada
yaşayan canlıları, yaşama katkı veren çiçeği, meyveyi saygı ile selamlamak,
insan ruhu için önemli bir terapidir.
Yunus Usta, her
zamanki gibi gezi erzaklarını saatler önceden hazırlamış. Kendi ürettiği
zeytin, reçel, çökelek tekrarlanan, kültürleşmiş bir paylaşım ve üretkenlik
gösterisi içindeydi. Erdem, gezinin güleç, şakacı ve en genç yüzüydü. Doğayı,
sporu sevmesi nedeniyle bisikletini de getirmiş. Uçmak Paraşütünden aldığı zevk
kadar, bisiklet ile doğanın büyülü yollarında gezinmek de onu mutlu ediyor.
Yeniköy’ün
güneyindeki tepeler bu seferki kamp yerimiz oldu. Kamp yerine beş yüz metre
kala araçtan inip yürüdük. Yaklaşık 400 metre yüksekliğe, kamp alanına
geldiğimizde karşımıza çıkan mitolojinin içinde saklanan tanrı ve tanrıçaların
dolaştığı Marmara Denizi; tüm güzelliği ile adalarıyla, üzerindeki vapurlarıyla
büyük gösteri yapıyordu.
Yunus Ustanın özlü
sözleri bitmez. Bu seferki;
“ İnsan yalnız
yaşamaya başlayınca ya ilah-ilahe olur, ya da iblis!” Birçok kez aklıma geldi
bu söz. Yaşamın içindeki yalnız yaşamayı kültürsüzleştirme, güzelleştirmiş veya
yalnızlığı büyük bir bencilliğe, anti sosyalliğe dönüştüren insanları düşünüp
“iç” çektim…
Güneş doğuya doğru
birkaç saat sonra, bir başka kıt'aya ışın demetlerini çevirecek yöne
ilerliyordu. Çadırlarımız kuruldu. Benim çadırımın hemen yanındaki kekikleri
fark eden Yunus Usta; tabiatın bize büyük bir bonkörlük ile sunduğu kekiklerden
birkaç tane kopardı. Daha elime alır almaz tabiatın muhteşem kokusu yayıldı
etrafa. Zaten, esinti her türlü doğallığı bedenlerimize, ciğerlerimize kadar
taşıyor.
Kamp ateşi için odun
toplarken yine alışık olduğumuz manzaraları; definecilerin büyük hayallerle,
iştah kabartan yağmacılık zihniyeti ile kazdığı büyük çukurları gördüm. Kim
bilir ne hayallerle, az çalışıp çok büyük zenginlik peşinde koşmanın saflığı,
cehaleti ve kösnüllüğü ile her taraf delik deşik…
Neredeyse sabah kadar
yanacak büyük odun parçasını, kütüğü ateş yakacağımız yere zorlukla getirdik.
Ateş ve akşam yemeğinden önce Cemal Süreyya’dan sırasıyla şiirler okuduk. Benim
okuduğum şiir;
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım
Ama ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın
Şiirler, Ganosun
rüzgârına, kekik kokularına, yemek tatlarına karıştı. Akşam yürüyüşü bağların
kendilerine has kokuları, bağ bozumu yapıldıktan sonra kalan birkaç tatlı üzümün
tadına bakılarak yürüyüş ile tamamlandı.
Hiçbir zaman
kirlenmeyen ateş, usul usul yanarken, gecenin ilerleyen saatlerinde korda
mısır, közde patates sundu bize. Bütün marifet ateş ve Yunus ustaya ait; Erdem
ile biz, şakaların, sohbetin ve bize sunulan tatların tadına bakma onuruyla
gecenin, o büyük gökyüzünün, pırıltılar saçan ayın, uçsuz bucaksız evrenin
küçük gezegeninde biraz daha fazla hayata, yaşama, fark etmeye yakın olarak;
gecenin yıldızlarıyla birlikte güne aktık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder