Kamera; Güven Tekirdağ Eski Liman
İğde ve iğde kokuların diyarı...
AY IŞIĞI
İğde ağaçlarının
hemen üzerindeki yönde, yeryüzüne en yakın olan ay ışığı hilal şeklinde
parıldıyordu. Her ikisi, milyarlık döngünün hatırına muhtaçlar birbirine.
Yaşamın büyük dengeleri adına ayrılmaz bir bütün gibiler.
Daha yeni yeşillenen
iğde ağaçlarının üzerinden hilal şeklindeki ay ışığını seyretmek doyumsuz bir
zevk. Baktıkça içine çekiyor insanı. Tanımlayamadığım güzelliklerin gece ile
ortaya çıkışı, huzur perileriyle iş birliği yapmışlar gibi huzur dağıtıyorlar.
Liman Çay Bahçesi
garsonların da telaş başladı. Aniden esen rüzgar, birazdan gelebilecek yağmurun
ve fırtınanın habercisi gibi korkuttu çalışanları. Herkes kendi işini bilen
ustalıkla masa örtülerini topladılar. Lakabı Bizim Dağlı olan Mehmet, yarı
uykulu, yarı uyanık neredeyse ayrılmaz parçası olduğu liman bölgesinde huzur
içinde vakit geçiriyor.
Garsonların telaşlı
olması beni etkilemedi. Parlayan ay ışığının hilal görüntüsünden
sonra, gözümün görebileceği derinliğe baktım; pırıl pırıl parıldayan yıldızlar;
milyarlarca kilo metre uzaktalar. Galaksimizin muhteşem büyüklüğü, yine milyar
sayıda yıldızı barındırıyor içinde. İnsan inanmasa da, gördüğümüz sadece bizim
galaksimiz. Ya diğerleri; bilim insanlarını şaşkına çevirecek kadar uzaklarda;
iç içe geçmiş galaksilerin çılgın genişlemesi devam ediyor.
Bir, hilal şeklinde
parıldayan ay ışığına, bir gökyüzüne, ışık saçan ışık cennetine baktım. Bizim
galaksimizin dakika da 40 bin kilometre yol aldığına inanamasam da gerçek öyle.
İnsanın dünyadaki varlığı ve insana ait yazgıyı, bu kadar büyük kurnazlıklara
sahip insan çözemedi hâlâ. Çözüleceği de yok…
Bazen dini
buyruklara inanmışlara, kendi yazgısını cennet ile cehennem arasında kabul
edenlere özeniyorum. Hiçbir telaşları yok düşüncenin aldığı yol adına. Evrenin
büyüklüğü, milyarlarca yıldızın ve onların içindeki yaşam olabilecek gezegenler
ilgilendirmiyor onları. Onlar için bir tek şey var; son anda bile olsa iyilik
yapmak, pişmanlık duymak ve vaat edilen cennete kavuşmak.
Ya yazgıyı nazikçe
bir kenarda bekletip, yazgının sonu gelmeyen seçeneklerini merak eden bilim
insanları, filozoflar, yazarlar, şairler, ressamlar, sanatçılar ne yapsın? O
büyük baskı, muhteşem çekicilik karşısında yetmeyen insan zekâsının milyarlık
hücreleri biraz daha fazla zorlarsak bizi çıldırtacak emniyeti alabilecek
şekilde hemen yanı başımızda bekliyor.
Öyleyse zekânın
alabileceği bütün yolu, bilginin ışığı ve merhametiyle donatmadan yola
çıkmamalı. Yıldızların çekiciliği, yaşam dolu gezegenlerin olabileceği, sonsuza
adanmış ruhlarımızın bize moral vermesi, haddimizi zorlamamalı. İlk önce
dünyanın derinliklerini, insandan insana, tabiattan tabiata süzülen gizemleri
anlamlandırıp, yutkunarak azmetmeli.
Garsonlar açıkta
bulunan bütün masaların örtülerini topladıktan sonra rahat bir nefes aldılar.
Ay ışığı iğde ağaçları izahından ağır ağır batıya, doğduğum yerlerin üzerine
süzülüyor. Ay ışığı ile birlikte yazgının büyük çekim kuvveti gibi insan
doğduğu yerleri bir masalı hatırlar gibi hatırlıyor. Sanki hiç yaşanmamış
sadece bir masal olarak dinlenmiş Gülsüm nineden. Gülsüm nine, Hasan dede,
Hayriye yenge, Ömer dayı, Ahmet amca hiç yokmuşlar gibi çok uzaklardan bir
masal şirinliğine gülümsüyorlar.
Meriç nehri yine
aynı hız ve büyüklükte akıyor mu acaba? Meriç nehrini çevreleyen ılgın ağaçları
bitip tükenmez sabırlarıyla sınırda nöbet tutan yanık sesli asker şarkılarını
yine dinliyorlar mı? İşte bunlar geçti aklımdan, gözümün önünden akıp giden ay
ışığının hilal şekliyle.
Bizim Dağlı
dediğimiz Dağlı Mehmet ile göz göze geldik. Bakışlarında tanıdık bir mesaj
vardı. Ya sigarası tam değil, ya karnı aç. Çantamdan bozukluk paraları alıp ona
uzattım. İnanmışlık içinde aldı. Ve kendi cebindeki paralar ile bir araya
getirip gözden kayboldu. Ya ağzından hiç düşmeyen sigarasını almaya gitti, ya
karnını doyuracak bir parça ekmek alacak. Onun derdi de bunlar işte; limanda
uyuyacağı bir sandalye ve bir masa, gün içinde içtiği birkaç paket sigara ve
bulursa bir parça ekmek…
Limanın karşı
kıyısında kanadı kırık bir pelikan ona balık veren balıkçıya şımarıyordu. Bir
çocuk gibi balıkçının arkasından zıplaya zıplaya, kanat çırparak gidiyordu.
Ay Işığı,
milyarlarca yıldızın muhteşem pırıltısı, yine insan denen canlının yazgısını
anlatmıyordu. Bu büyük bilmece, büyük bir gizem örtüsüyle örtülü! Örtüyü,
zamansız oynatmak, insan bedenini un ufak edecek kadar güçlü bir enerji içinde.
O zaman, tanıdık dostlara sığınmalı; kitaplara, sinemaya, tiyatroya, şiire,
şarkılara ve seyahatlere…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder