Kamera; Güven Kaleköy-Kekova-Kaş
ŞİİR ve ŞAİR
Döneminin aydını
şiirin önemini anlatırken hislerini, hissedişini en hakiki anlatımıyla
taçlandırıyor;
“Şiir, en geniş
manasıyla, hayat ve kâinatın karanlıklarında yaşayan meçhulün sesi ve
gölgesidir. Onun için belirsiz, zekâya asi, açık olmaktan kaçıcıdır. Şiir,
hakikatin hayale yükselmesi ve hayalin hakikate inmesidir. Şiir, bir bakışta
dumana, bir bakışta ateşe benzer. Avuçlarımıza almaya çalıştıkça yok olduğunu
görürsünüz; gözlerinizle kovalamak istedikçe başınız döner ve onu büsbütün
kaybedersiniz.”
Hem şair, hem yazar,
hem politikacı aynı zamanda iyi bir vatanperver olan Hasan Âli Yücel gönülden
gönle akan şiir için söyledikleri bir şiir genişliğinde, derinlik ve
zarafetinde değil midir?
Bir başka şair büyük
ozan Pir Sultan Abdalın şiiri şimdi ustaların ellerinde güzel bir melodiye
dönüşmüş, bize şiir ve şarkı seslenişiyle bir şeyler anlatıyor;
Kurban olam kalem tutan ellere
Kâtip Arzuhalim yaz yâre böyle
Şekerler ezeyim şirin dillere
Kâtip Arzuhalim yaz yâre böyle
Ozan Ardahan’dan Kırkpınar’a dolaşsın anlatsın
Karacaoğlan’ı, Pir Sultan Abdalı, Köroğlu’nu
Davullar yine vurulsun, güneş iki mızrak boyu
Yükselsin gün doğusundan, bitsin artık bu küskünlük
Kardeşlerim
Yarın tarih önünde hesap verirken yavrularımız bizi
Kınamasın.
Şiir, hayat ve
kâinatın karanlıklarında yaşayan meçhulün sesidir ama aydınlığa da, düzlüğe de
çıkmayı sever. Şiiri vücudunun bütün hücreleriyle benimsemiş ve şiirin
gidişatına, kök salmasına inanmış Yücel, şiir dizelerine benzer hakikatin
konuşmasına devam ediyor;
“ Şiir, var olanın var olması istenilene sığınması, noksanın
olgunluğu özlemesidir. Bu itibarla şiir, ruhlar için bir mercek gibidir; altına
tesadüf eden şeyleri olduğundan daha büyük, bazen de daha küçük gösterir. Büyük
veya küçük; fakat başka değil! …”
Şairin yoluna kim
yolcu olabilir? Hele bu zamanda, insanlığın şehirler dediği beton yığınları
için hapsedildiği, eşya edinme hastalığına tutulduğu bu zamanda, şairin içli ve
hisli yolculuğuna kim çıkar; kim bunları kaleme alır? Vakti olmayan, yolları
karıştıran, büyük bilgi kirlenmesi içinde boğulan veya boğulanların üzerine
yeni diye ağlayan ruhları, bedenleri içe sayarak uygarlıklar yükseltmeye
çalışmak kalıcılıktan uzak bir seyir izler.
Bugünün büyük
zenginleri, en küçük fakirleri, güçlü liderleri, kralları yüz yıl sonra belki
öyle veya böyle hatırlanacaklar. Ama beş yüz yıl sonra değil adları, ruhları
bile bu diyarlarda olamayacak kadar unutulmuş olacaklar. Şairler öyle mi?
Dikkatini, emeğini, maddeden kurtulup ruhlarını özgürlüğe bırakmışların
dizeleri bin yıl sonra da hatırlanmayacak mı? Elbet hatırlanacak ve
hatırlandığı gibi başka yolculukları, arayışları, düşünce ve merakları da
beraberinde yolculuğa çıkaracaktır.
Bu sebepten değil
midir Homeros’un, Shakespeare’nin, Vergilius, Nazım, Sait, Orhan, Tevfik’in
beden ölümlerinden sonra bile ruh ve eserleriyle yaşamaya devam etmeleri?
Şiiri derinlemesine
sevmiş, şiirin engin yolculuğunu vatan ve millet sevgisi ile birleştirmiş Yücel
gerçeğin, insan aklı ile bu kadar güzel yoğrulmasını doyumsuz tatlar bırakan
söyleyişi ile perçinliyor;
“Şiir, sınırlama ve sonu olana sığmayan insan ruhunun
sonsuzluklara gömülmesidir. Nihayetsizlik düşüncesi olmasaydı şiir olmazdı;
şiir vücuda gelmeseydi sonsuzluk fikri doğmazdı. O zaman insan ruhu, kökünü
toprakların altına uzatamayan, dallarını havalara yükseltemeyen bir nebat gibi
bodur kalır ve kururdu. Şiir, insanlığın öz suyudur.”
Şair böyle dedi ve
böyle yaşadı, insanlığın öz sularını sevdiği topraklara döküp, kökler salmayı,
yokluğun varlığa, cehaletin aydınlığa çıkması için yaşadı ve yaşatmaya uğraş
verdi.
Ya bizler ne yapıyoruz? Bizleri hangi planya ve zanaatkârın
elleri zımpara-laya bilir, cilalayarak gösterişli, zarif bir duruş içinde olmanın
büyük keşfi ile uyuşuklukları yok etmemize yardımcı olur?
Güven Serin
"Şiir insanlığın özsuyudur"..
YanıtlaSilYazdıklarını ve yazılarının içindeki gizli yorumlarını büyük bir dikkatle, hayranlıkla ve taktirle okuyorum sevgili Güven ..
YanıtlaSil"Şiir, sınırlama ve sonu olana sığmayan, insan ruhunun sonsuzluklara gömülmesidir." der şair. Der elbet; içe ekilmiş tohumların taptaze filizleriyle, yemyeşil, heybetli dallarıyla der...
Şair der de ben durur muyum; insan denen canlıyı, yüksek bir erdemle önemseyip, zarif iradesiyle insanın iç labirentlerine girmek kolay mıdır? Sevgili öğretmenim; teşekkür ederim... Yolun yolcusu,rehberi ve alkışlayan elleri olduğunuz için...