Kamera; Güven- Eski Liman-Tekirdağ
Arkadaşlar, doğayı koruyalım, çünkü doğa bizi
var etmek için var.
ARKADAŞLAR
Sesler, kimi fısıltı
halinde, kimi cansız bir koro, kimi bakışların emrinde bir şeyler anlatıyorlar
bize. Adına halk denen topluluktan sesler tütüyor göğe doğru;
“Arkadaşlar, bu ülke ağır ağır eriyor. Bu ülke öle öldürüle
bölünüyor arkadaşlar.”
Başka ve daha gür, daha tok bir ses yüceliyor gök kubbenin
altındaki ülkede;
“ Komşularımızla sorunumuz kalmadı şükür! Paramızın değeri,
halkımızın mutluluk ve huzuru arttı çok şükür! İnşallah daha da büyüyeceğiz,
düşmanlarımızı çatlata-cağız ey sevgili mutlu halkım.”
Topluluk alkışlıyor
elleri acıyana kadar alkışlıyor. Büyük sözler her zaman alkışlanır. İnsanın en
küçük tüylerini bile yüceltir, onurlandırır. Büyük sözler tutulmasa da
büyüklükleri yüzyıllardan öte sarkar.
Yüzleri solmuş, ümitleri
tükenme aşamasına gelmiş koro; adına halk dedikleri koro yine yaz yağmuru gibi
bir şeyler anlatıyor;
“ Arkadaşlar bize okul lazım. Her şeyin öncüsü eğitim,
öğretimdir. Bilim dallarını, sanat dallarını öğrenmeyen bir halk başka
halkların hayranlığını yapa yapa köleleşir; tükenişin en güzel örneğini verir
arkadaşlar. Arkadaşlar, bizlere daha fazla hastane lazım. Kuyruklarda
beklemeye, yetersiz hizmet almaya son vermeliyiz. Birimizin burnu kanasa en
güzel tedaviyi, ilgi ve alakayı görmeli. Sağlıklı toplumlar, sağlıklı nesiller
doğurur. Sağlıklı toplumlar devletine daha az zarar verir. Daha iyi düşünür ve
düşündürür!”
Yine cesur ve
gururlu bir ses yükseliyor solgun yüzlü koronun fısıltılı, dumanlı seslerine
karşılık;
“ Sizlere ne söz verdiysek tuttuk arkadaşlar. Bakınız ülke
yollarla donatıldı. Bir taraftan demir yolları, bir taraftan deniz yolları;
inşallah hepsini özelleştirip daha çok işler yapıp daha çok zenginleşeceğiz.
Yani yeni yepyeni zenginlerimiz olacak arkadaşlar. Bu aynı zamanda ülkenin zenginliği
değil midir? Okul sözü verdik, özel okulları daha da çoğalttık. Hastane sözü
verdik, bütün illerde, ilçelerde özel hastaneler ile doldurduk. Önümüzdeki
günlerde köylere bile özel okul, özel hastane yapacağız arkadaşlar.”
Karnı guruldayan
gururlu ve mutlu topluluk coşmuş bir şekilde bağırıyor; Yaşa, Varol, seni
başımızdan eksik etmesin yüce yaradan! Alkışlar yeri göğü inletiyor. Sanki
göklerden inen bir kutsal canlı var orada. Alkışlar hiç kesilmeyecek gibi…
Arkadaşlar, sözün
kısası bu güzel ülke ülkem diyenlerin ülkesi değil artık. Yolunu bulanların.
Yolunu kendi evine, villasına, sarayına yönlendirenlerin güzel ülkesi! Büyük
sessiz ve solgun çoğunluğun yapacağı çok şey yok. Çünkü ellerini batırmak
istemediler hiçbir zaman. Bol parfümlerle, birileri çıksın da bu düzeni daha
adaletli, daha huzurlu yapsın dualarıyla bu iş olmayacağı hep belliydi.
Arkadaşlar bir
mucize bir tek insan tarafından yaratılamaz. Bir mucize o topluluğun inanmış
insanları tarafından yaratılır. Bir taraftan bağırıp, çağırıp bir taraftan da
yolunu bulmaya çalışmak, bir taraftan yolsuzlukları görmezden gelmek; bu işin
böyle gitmeyeceğini, bu işin sonunun da geleceğini hazırlamaktır arkadaşlar.
Arkadaşlar ben şunu
anladım; benim ülkem garip insanlarla dolu. Bir taraftan büyük zenginliğe
ulaştıkları halde “yetmez” diyen küçük mutlu azınlık var. Bir taraftan muhteşem
dibe vurmuş viranelerin içinde yaşayan insanların “çok şükür, yaşa paşam, sen
var ol yeter ki!” sesleri yüce göğün altında bir halkın yaşayan ölüleri gibi
yükseliyor.
Arkadaşlar hızla ülke
eğitimi, ülke sağlık sistemi yozlaşıyor. İnsanlar bu kadar büyük harcamaları, fedakarlıkları boşuna yaptıklarının şüphesine düşüyorlar.
Arkadaşlar, öyle bir
zamana geldik ki bir şeyleri kaybetmeden biz kendimize gelemeyeceğiz. İlk önce
köyler, kasabalar, şimdi şehirler; büyük borç batağında elindekileri büyük ve
soylu bankalarımıza armağan ediyor.
Arkadaşlar eğitimli
olan nezaketi, zarafeti yaşatmaya çalışanların dertleri büyükken, tam tersi eğitim
görmemiş, kendince özürlü duruma düşmüş zeki vatandaşlarımızın bulduğu çözümler
çok daha büyük anlam ifade ediyor.
Binmiş olduğum
banliyö treni beş dakikada bir duraklarda yolu almak, yolcu indirmek için
duruyor. Onlarca vagonu olan trenin üç numaralı vagonuna bindim. İkinci
istasyonda da inenler ve binenler oldu. Orta yaşlı, Alâeddin’in sihirli cini
gibi bir adam da bindi. Çok tok, çok kararlı bir sesle;
“ Arkadaşlar, benim bir bacağım takma. Üstelik de şeker
hastasıyım. Para bulunamazsam sonum kötü arkadaşlar. Şimdi sizden şunu
istiyorum arkadaşlar. Zekâtlarınızı, fitrelerinizi hak ediyor muyum ama bana
yardım etmenizi istiyorum arkadaşlar!”
Cin bakışlı halkına
seslenen kral duruşlu adam tren içine çöktü. Takma bacağını çıkardı. Takma
bacağını çıkarınca kesik bacağının görüntüsü insanlarda acıma ve korku
uyandırdı. Acıma ve korku çok büyük iş gördü arkadaşlar. İnsanlar birer ikişer
para vermeye başladılar.
Kısacası arkadaşlar,
bu devirde işini bilen, gururu, utanmayı bir kenara bırakan her canlı büyük
işler, büyük vurgunlar yapıyor. Gelin bu vurgunların bir hesabını yapalım
arkadaşlar! Vurgunlar bizi bitirmeden, vura vura birbirlerimizi tüketmeden
arkadaşlar…
Ben bundan yıllar önce, içimde O ZAMANKİ yönetimin yanlış olduğuna inancım tam olduğu dönemlerde, bu mealde bir yazı yayınlayan Emin Çölaşan'a açık bir mektup yollamıştım. Mektubumun başlığı "GÖREV İSTİYORUM" idi.. Devamında, yeni emekli olduğumu ve gerek eğitim gerek öğretim, gerekirse SİLAHLA vatanım için verilebilecek her türlü göreve hazır olduğumu ve bana bir görev verilmesini istediğimi yazmıştım.. Cevap kısa ve netti.. "GÖREVİ BEN VEREMEM".. o günden sonra inandığım kalemlerin (uğur Mumcu hariç) bir iş becerebileceğine hiç inanmadım.. Ben sadece yazımı yayınlamasını beklemiştim oysa, bana görev vermesini değil..
YanıtlaSilBu güzel, net, anlaşılabilir ve vatan aşkı kokan satırlarını okurken aklıma geldi anılar..
Vatan bölünmüyor sevgili Güven, VATAN BÖLÜNDÜ!