Kamera;Güven Kumbağ-Tekirdağ
Tavla kültürü bizim insanımıza en iyi uyum
sağlamış oyunlardan bir tanesidir. Çabuk başlar
çabuk biter. Saman alevi gibi; ışığı görür,
ışığı yitirirsin...
Güzel olan tarafı; ahşap pulların ahşap
tavlaya çarpası aynı zamanda şans ile
gücün kimde olduğunu da anlatır pes
etmek bilmeyen rakibe.
İyi vakit geçirtir insana. Ucuzdur,büyük
emek istemez...
Şimdi ahşap pulları ahşap tavlaya şöyle bir
vurasım geldi; ne güzelde ses
oluyor sessizliği sevmeyen insana...
HAYATIN İÇİNDEN
Soluk alıp-verdiğimiz irade dediğimiz gücü hissettiğimiz her an yaşamın içindeyiz. Yaşam, bizim algıladığımız, emek harcadığımız, farkına varıp kimi dokunma, kimi seslenme, kimi duyma veya hisler ile anlamlandırdığımız her şeyin bütünüdür.
Yaşam içinde en önemli yeri “iş hayatımız” kaplar. Günle birlikte içine girdiğimiz iş hayatı. Genelde içeride, masa başı işlere özenen çok olur. Gel de on saatini masa başında geçirenlere sor. Kırların rüzgârını yüzünde hisseden, derisindeki inceliği sertlik ile değiştiren, elleri çatlayan ve nasır tutan insanlar; mekânların bol parfümlü kokularına, ince ve narin tenli olmaya özenirler. Haklıdırlar da. Olmayan, yaşanmayan her şey denenmek, sahip olunmak ister…
Bir iş; dışarıda bahar havası toprağı, suyu, yeryüzüne sarmışken ağır olur. Güneş bulular ile oyun oynamak istediği bir hafta sonu günüydü; 14 Nisan yağmurların toprak ile ağır ağır seviştiği zamanı da anlatıyor bize. Gün içinde yere düşen yağmur, dokunduğu her şeyi incitmekten korkar bir eda içindeydi. Güneş de öyle; yağmurun bulutlarına birkaç dakika izin verip, sonra o hoş serinliği kendince buharlaştırıp sarhoşluğu bedava yaşatıyor.
Önce yağmur ince ince düşüyor yere. Bir kadın gibi sarılıyor yere düştüğü yerdeki her şeye; şefkatli, seven, hisseden bir dişi gibi… Sonra güneş, telaşsız hünerli bir yol gösterici gibi kadının geçtiği yerlere serptiği su damlacıklarını topraktan, ağaçlardan, çiçeklerden, tepelerden, yamaçlardan nazikçe geri alıyor. Her geri alışta kokuları serpiyor geri aldığının karşılığı diye…
Bugün günlerden 14 Nisan, içim içime sığmıyor. Doğa yenilenmenin muhteşem gösterisini yağmur ve güneş ile yapıyor. Ağaçların kimi çiçeğe, kimi yaprağa dönüşmüş. Kimi ise oldukça temkinli; daha zaman var diyor; yeşile, sarıya, pembeye ve dönüşümün kendisine…
Aslında dönüşüm çoktan başlamış. En daralma, en büzülme ve donuk zamanlarda bile dönüşüm adına bir şeyler işliyor. En cansız yeryüzü parçasında milyonlarca canlı hayat insanlığın yeryüzüne ayak basmadığı zamanlardan önceki eğlencelerine devam ediyorlar.
Bugün 14 Nisan ve bugünün hakkını vermeli; ince ince yağan yağmur gibi, bulutlarla haylazlık yapan varlığını üç-beş dakikada hatırlatan güneş gibi; günün hakkını vermek için Kumbağ’da yaşayan emekliliğin keyfini arıcılık, balıkçılık yaparak tabiatın içinde çıkaran Hasan Bey’den gelen telefona sevgiliye sarılır gibi sarıldım.
Hasan Bey’den gelen telefon dışarı çıkmam, işten erken ayrılmam anlamına geliyordu. Ve telefonun sesini, aynı zamanda irademin üzerinde kokular saçan baharın sesini dinleyerek Kumbağ’a götürecek mavi minibüse el ettim. Mavi minibüs gökten aldığı rengini, yeşile, pembeye, sarıya; deniz kokan yolda benle birlikte akıp gitti.
Sıkışık mekânlar cenneti şehrim Tekirdağ, birçok insanın özendiği masa başı işim ve bilgisayarımın vazgeçilmezliğinden ayrılmak ne büyük bir ayrıcalık… Hiçbir faaliyet doğanın, doğallığın kendisi ile harmanlanmasa kalıcılığın huzurunu yaratamıyor. İsterseniz katrilyonları kazanın, isterseniz şöhretin milyonluk alkışlarını duyun…
Tekirdağ Kumbağ arası mekânların doğa ile sarmaş dolaş olduğu, kimi hayret verice feci mimarilerin gösterisini, kimi dokunmaya kıyamayacağın çevre ile ahenkli yazlık-kışlık evlerin yanından-yakınından geçtim.
Deniz Nisan yağmuru gibi ince ince dalgalanmak yerine köpüre köpüre dalgalanıyordu. Yosunları koparıp kıyıya vurmak için iyece yoğuruyor, sonra kıyıya, insanlığa bir şeyler anlatırcasına temizliğin güzel dansını yapıyordu.
Kumbağa Limanı; Balıkçı Barınağı küçük teknelerini koruyacak mendireğin yapılmasını beklercesine küçük tekneleri limandan çok açık denizdeki tekneler gibi yalpalanıyorlardı bağlı oldukları yerde.
Başkan Abdullah Aydemir ve balıkçı dostları Ulaştırma Haberleşme ve Denizcilik Bakanlı 1.Bölge Müdürlüğünden ACİLEN yardım bekliyorlar. Bu güzel beldenin insan kokan Balıkçı Barınağı yapılacak mendirek ile korunaklı ve daha güvenli bir yere kavuşacak. İnsana hizmet, insanın canı gibi olan mallarını korumak la tamam olur…
Kumbağ Balıkçı Barınağının yanında bulunan kahveye girdiğimde dostlarım güzel bir tavla karşılaşması içindeydiler. Abdullah Aydemir ile Mustafa Aktuna (iki eski dost) Mustafa Aktuna İstanbul’da yaşadığı halde, çocukluğunun deniz, çam, toprak, çiçek, üzüm, kekik, ıhlamur kokan yerine Kumbağ’a yani bıraktığı huzura hafta sonu ödülü olarak gelmiş.
Dostlar, özlediği dosta zamanı dilimleyerek saygı göstermezler. Zamanın hangi diliminde onlara uğrarsanız uğrayın; gözlerindeki pırıltı ile ayağa kalkarlar ve size “hoş geldin” diye sarılırlar.
Bende 14 Nisanın hafta sonu ödülünü, gün geceye kavuşmaya birkaç saat kala Kumbağ’daki dostlarım Hasan Bey, Abdullah Bey, Mustafa Bey, Hüseyin Bey, Mehmet Bey ile sohbet lezzeti ile Nisan’a; yani yenilenmeye, yani doğanın doğallığına dönüştürdüm.
Dostlar; SİZLERE TEŞEKKÜRÜ BORÇ BİLİYORUM…
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilTavla kültürünü anlatırken ki bizim insanımızı tarif edişiniz pek doğru olmuş pek doğru:)
YanıtlaSilSizin dostlar da pek iyiymiş böyle dostlar dostlar başına:)
Merhaba Sezer. Bir şair kalemi almış eline ve yorum yapmış bana. :))
YanıtlaSilŞairlerin önünde eğilirim ben.
Gerçekten de öyle,hem gazeteci olarak, hem dost olarak, hem de yaşamın uyanış heyecanına tanıklık etmek amaçlı gittim Kumbağa.
Sevgili Sezer;
Yürekte hissedilen ve beden coşkusu ile pratik hayatın içinde duyularımıza teslim edilen her şey kendi güzel mütavazı sanatını çıkarıyor ortaya.
Duyarlı bakışına şiir tadında seslenişine teşekkür ediyorum. Liman için aynı dileklerimi hem gazetede hem burada tekrarlıyorum.
Hoşgeldin Fadiş; evet tavla kültürünü iyi anlatma hakkını görüyorum kendimde. :)) Çünkü kendimi bildiğim ilk anlardan beri tavla oynamaya başladım, etrafta rakip bırakmadım. :)) Son üç kelime abartı; hatta yalandır. :))
YanıtlaSilŞimdi tavlayı nazikçe bir kenara bırakıp yaşam labirentlerinde genişleyen evren gibi genişleyen satrança gönül verdim; bakalım sonumuz ne olacak!... :))
Teşekkür ederim Fadiş.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKesinlikle geldi Sezer. Gizli gizli yazdığım ve gizlediğim şiirleri yakında ortaya çıkarmalı. :)) Ama gerçekten de şiire gönlünü kaptırmış, şiir dizeleri ile beyin dalgalanmaları yapan şairlere yani sizlere şükranlarımı sunuyorum. Nice laf vardır günlerce konuşsan bir yol alamazsın; ne güzel dizeler vardır; iki cümlede dünayı anlatırsın...
YanıtlaSilTavla, ah ne güzel bir aşktı o; bu işi bırakmadan tanısaydım sana meydan okurdum:))
Bahar başka güzel her mevsimden. Yağmur bile çiselese bir kır kahvesinde tavla oynamak üç beş arkadaş.Konuşmak hayattan havadan sudan.Bahar bir başka güzel.En mühim iş yaşamak gerisi palavra be Güven.
YanıtlaSilGünaydın Ruhgezgini. Yaşam sırlarla dolu; incecik,derin ve sığ sırlar. Kimisi mekanlara sığınarak arar yaşamın kendisini, kimisi devasa kitapların milyarlık öğretileri içinde. Kimisi bir yaprak, tüğ gibi savrulur oradan oraya. Ama en coşkulu, en güzel, en doğru olan hangisidir acaba? :)) Sanırım yüreğimizde huzuru bulduğumuz yer; bir saray, bir kulübe, bir dağ, ova, küçük bir işyeri, bir köpeğin dostluğu, küçük bir bahçenin ormancı kokusu...
YanıtlaSilAma son söz; en mühim iş yaşamak gerisi palavra :))