Kamera; Güven
Büyük meydan, büyük kalabalıkların sevgisi ile
dolarsa güzel. Bu suskunluk, bu korku...
Yokolan bir şey yok; yokettiğimiz değerler var;
sadece günü gün etme telaşında olan bedenlerimizin
uyuşuk ve sancılı çıkarlarına kuçak açtığımız için...
Kamera; Güven-Anıtkabir girişi
Asker içeriden çıkarken, siviller; yani halkı
içeri alınacağı merhameti saati bekliyor.
Sahip çıkılan ve yaşatılan her şey güzel;
ve hiçbir şey yok olmaz bu dünyada; ne toprak,
ne orman, ne dağ, ne Cumhuruyet, ne kulluk,
ne hilebazlık, ne de krallık; sadece yer değiştirir;
aheste aheste yer değiştirir; hak edenler ile
hak etmeyenler arasında gidip gelir; dünyanın
muhteşem dönüşü gibi başdöndürcü bir
zaman süreci içinde.
Kamera; Güven Etnografya Müzesi-Ankara
Mimari,mühendislik ve sanatın buluştuğu yer;
burası her yönüyle insanı mutlu etmek için var.
Kamera; Güven Resim ve Heykel Müzesi-Ankara
Aynı bahçede iki müze; bir gün ve biraz yürüme
sayesinde geçmişin sanat dolu yüzü ve harcanan
düşündürücü emekleri ile yüzyüze gelip, o temiz
yüzünüzü ve kalbinizi yıkayabilirsiniz bu yerde.
Kamera; Güven Etnografya Müzesi
Onun en güzel silahı akıl; ve şimdi o akıldan
geri kalan milyonlarca tohum; kimi capcanlı
yağmurlu mevsimleri beklerken, kimi bir
kaktüs gibi sabahın küçük çiğ damlacığı
ile hayat buluyor. Kimileri ise, büzülen
tohumlar gibi toprağın altına büzülüp
gelecek yeşerme zamanını o doğal
dengeyi bekliyor.
Kamera; Güven Etnografya Müzesi
Kahve Kültürü
Kamera; Güven Etnografya Müzesi -Ankara
Yeni öğrendim arkadaşlar; kahvenin ilk
tiryakileri keçilermiş. Kahve içerken sevgili
keçilerimize de şükranlarımızı iletmemiz
gerekir diye düşünüyorum.
Güney Habeşistan'da Hıristiyan Manastırlarında
yaşayan keşişler besledikleri keçilerin bir
bitkinin tohumlarını yedikten sonra daha
canlı ve hareketli olduklarını gözlemliyorlar.
İşte o gün, kahve keşfedilmiş oluyor:))
Buyrun, az şekerli, orta veya sade...
Kamera; Güven Resim ve Heykel Müzesi-Ankara
Nuri İyem-Dededen Toruna
Kamera; Güven Resim ve Heykel Müzesi
Alaattin Yüksel-BARIŞ
Dünyanın varlığı insandan önce var, ama
insanın varlığı dünyaya ne katıyor hala
anlamış değilim. Yoksa bir filozofin düşündüğü
gibi, tabiat bizi kullanıyor mu?
Kamera; Güven- Fausto ZONARO
GENÇ KIZ
Kamera; Güven Eskişehir- Bedenin tüm duyularına
seslenen bir şehrin içinden geçen insana mutlu eden
görüntülere ve seslenişe sahip bir ırmak;
Porsuk Çayı
Kamera, Güven Odunpazarı-Eskişehir
Kamera; Güven Odunpazarı-Eskişehir
Sokak ve Mahalle Kültürü, saray,şato, site
kültüründen çok öte insan kokuyor...
GİTMESEK DE, GÖRMESEK DE
Hani bir marş vardır; "gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür", diye! Bence bu marşa nazikçe veda etme zamanı geldi. Gidilmeyen, görülmeyen, dokunulmayan, dinlenmeyen yerler bizim yerlerimiz olabilir mi? Olursa ne kadar olur? Ya abartılı, ya da koşullu bir sahiplenme olur…
İnsan, bol övgülü yollarımızın yamalı bölümlerinde sarsılan otobüse binmez ise nasıl anlar gelişme adına yapılan büyük ve ayrılmış yolların uygarlığa olan katkısını? Eminönü’ne inmez, orada ekmek arası balık, meşhur turşucudan turşu yemez, vapura binip, kendi çığlıkları ile martılarınkini paylaşmak adına simit parçalarını denize atmaz ise; nasıl anlar hayatın o karelerini; nasıl yorumlar?
Yangının bile yok edip tüketemediği dev bir taş kütlesinin insan eliyle abide gibi duran Haydarpaşa Tren Garı insanı mutlu ettiği gibi, mutluluğa götiren tren raylarını da elinde tutuyor. Başkent Ekspres treni, mutluluğa, özleme, değişime ve gidip görmeye hazır olan insanlara hizmet vermek adına 6. peronda bekliyordu. Sonra, bir bir geçtik küçük istasyonların tenha bakışlı taş binalarının yakınından.
Yazı dünyamda, kendi şehrimin dertleri ile kıyaslamak adına bir Kayseri, bir de Eskişehir’i ön sıralı övgülerle hep andım durdum. Elimdeki deliller, gazete, dergi ve televizyon görüntüleriydi. Ama bir gün dedim ki; “ hey arkadaş, gidilmeyen, görülmeyen, dinlenmeyen, dokunulmayan yer senin değildir. Ve sen bu yapmadıklarının övgüsünü, başkasının ağzı ile yapma hakkını nereden buluyorsun?” Kendi seslenişim karşısında boynum bükük ben; o gün, bugün: gidilmeyen, görülmeyen, dokunulmayan yerlerin türküsünü söylememe kararı aldım.
Gidilmeyen ve görülmeyen Eskişehir’in Odunpazarı Bölgesi nasıl anlaşılır? O taş evlerin oluşturduğu mahalle kültürü; o güzel mimarinin geçmişin barınma anlayışı ile bugünün turizme kucak açmış anlayışının güzel birleşimi nasıl görüle bilinir? Görülemez ve anlaşılamaz da!
Eskişehir’in Odunpazarı taş mahallesi; taş sokakları; istediğin kadar büyük siteler, apartmanlar, iş hanları yap; ama bizi yaşatmaz isen kendin olamazsın, gerçeğinin en muhteşem gösteri yapan yerlerinden sadece birisi. Bozcaada da öyle, Alaçatı’nın taş sokakları da, Çeşme’nin taş mahalleleri de öyle, Antalya Kaleiçi de öyle…
Gitmediğim, dokunmadığın Eskişehir Cumhuriyet Tarihi Müzesinin görkemli taş binasına nasıl selam verebilir; o dehanın hiç görmediğiniz fotoğraflarını özlemle, insanca nasıl görülebilinir insan?
Gidilmeyen, görülmeyen ve dokunulmayan mahalleler, sokaklar ve şehirler bizim değildir. Ne kirliliği, ne temizliği, ne kötü kokuyu, ne de güzel ve iyi kokuyu anlayabilir, hissedebilirsiniz? Eskişehir gördüğüm en temiz şehirlerden birisi. Burada turizm, el sanatları ve kadın fark edilmiş. Burada, mimari, mühendislik ve burada bir şehrin içinden geçen ırmağın lağım ve pis suları taşımayacağı; insanları eğlendirecek bir rüya bölgesi olacağı da çıkmış ortaya.
Tramvayı birçok şehirde gördüm ama en çok Eskişehir’e yakıştırdım. Şehir de temiz, tramvay da. Ya üzerinde köprüleri, sanat adına yapılmış heykelleri ve aynı zamanda gondolları, kayıkları olan nehir; gidilmeden, görülmeden ve orada tekrar tekrar hayatın aşığı olunmadan bir şey anlaşılabilinir mi?
Gidilmeyen, görülmeyen ve üzerine binilmeyen hızlı tren; Eskişehir ile Ankara’yı ne kadar yakınlaştırdığı nasıl anlaşılır acaba? Trenin uçağa özeneceği, zamanı iç içe geçirmeye çalışıp, ölümlü insana biraz daha fazla yaşama şansı verdiği nasıl anlaşılır? 250 km hızın raylarda akıp giderken, insanın da ilim, mühendislik denen akıntının içine düşebileceğini nasıl anlar insan, hızlı trene binip Ankara’ya gitmez ise?
Ankara, her tarafta gam ve kıyametin koptuğu bu zamanda sessiz olan Ankara! Gidilmez, görülmezse, bu kadar çok zırhlı araba, bu kadar çok koruma ve önlemin alınmasını nasıl anlar insan? Cumhuriyeti, en güzel bayramı, gam ve kederler yaşarken çok daha anlamlı bir sesleniş ile kutlama onurunu yok edenleri nasıl anlayabiliriz; gitmediğimiz, görmediğimiz Ankara’da?
Anıtkabir’in girişleri günün ilk saatlerinden 11:00’e adar 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının hatırına kapalı tutuldu. Kime kapadılar? Elbette sivil insanlara; yani halka! Cumhuriyetin halkına! Halkın Cumhuriyet Kutlamaları yaslı gittim şen geldim hatırına kapatılmıştı günün ilk yarısında. İçerisi asker kaynıyordu. Bürokratlar, ülkemin soylu yöneticileri çok çabuk görevlerini yapıp, geldikleri gibi gururla ayrıldılar o yüce yerden. Burada; bu Anıtkabir’de sadece taş, sadece mimari, sadece mühendislik yok; burada bir ülkenin, bir halkın minnet duyacağı adamın fikirlerinin yeşerdiği beden yatıyor…
Gidilmeyen, görülmeyen, seslendirilmeyen Ankara, Cumhuriyet, Bayram anlaşılır mı? Anlatılır mı? Anıtkabir geleneksel töreni askerler ve bürokrasinin soğuk buluşma yeri olmuş; göstermelik bir avuç öğrenci davet edilmişti. Askerler Anıtkabir’i sessizce terk ederlerken, sivillerin içinden bir ses, hiç susmamak üzere seslendi durdu onlara;
“ Mustafa Kemal nerenizde?”
Hiçbiri cevap veremedi; bazıları elleri ile işaret yaptı; kalplerini gösterdiler. Kalpler atıyor ama gidilmese, görülmese atan ve atmayan kalpler nasıl görülebilinir?
Gidilmeyen Ankara’nın Resim ve Heykel Müzesi, Etnografya Müzelerinin görkemli mimarisi ve yüzlere eseri bağrında saklayan odaları, salonları nasıl görülebilinir? Bu görülenlerde de; mimaride, müzelerin kurulmasında Mustafa Kemal’in sanat aşkının çabaları var.
Gidilmeyen Pembe Köşk, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’in haftanın üç gecesi buluştukları, ülkenin geçmişi ile geleceğine imza atacakların kararlarının tartışıldığı, yemeklerin yendiği, şakaların, yapıldığı ve insan ruhunu dirilten, heyecanlandıran müziğin dinlendiği, dansların yapıldığı o yerin kokusu ve ruhu nasıl hissedilebilinir?
Geç kalmadan gidebileceğiniz her yere gidin! Mimariye, dansa, müziğe, sevgiliye, çocuğa, eşe, büyüğe, küçüğe ve dosta gidin; gidilmeyen, görülmeyen, dokunulmayan sizin değildir…
Güven Serin
Daha yazdıklarını okuyamadım. Günlük işlerimi yoluna koyar koymaz okuyacağım.
YanıtlaSilFotoğraflara göz atınca imrendim doğrusu. O havayı koklamak isterdim. Cumhuriyet Bayramı'nın layıkı ile kutlanmaması içimi sızlatırken...
Merhaba İsmet. Bir an önce o havayı koklama planları yapın lütfen! Bakın,lütfen diyorum:)) Bu bir emirdir, de diyebilirdim:))
YanıtlaSilGuven, ben bu yazını çok sevdim, çok güzel yazmışsın, duygularını paylaşıyorum.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum Fadiş, paylaşıldıkça çoğalsın, çoğaldıkça yeşersin sevgiye, eğlenceye aç olan insanlık:))
YanıtlaSilSezer, sende yürekli bir sesleniş yapmışsın:)) kalem tutan elim titreyerek mutlu oldu. Alkışları duyuyorum; samimiyetin, insana tabiattan geçen sevginin alkışları; bende katılıyorum; ses daha gür çıksın diye.
YanıtlaSilMerhabalar Güven Bey,,,Gitmesek de görmesek de her yer bizim köyümüz ama illa ki de gitmek ve görmek şart...Neye yarar başkasının gözüyle gördüğümüz başkasının anlatımı. Sadece okumamıza. Ama kendi gözümüzle gördüğümüzü kendi kelimelerimizle aktarmak bir başkasına. Zaman varken bunları yapabilmek lazım elbette. Katılmamak mümkün mu !!!
YanıtlaSilBu arada Anıtkabir fotoğrafını görünce sadece sembolik bir yer olarak kabul edenlerin inadına bu ülkenin kaderini değiştiren ve adına Cumhuriyet denen, Egemenliğin kayıtsız ve de şartsız milletin elinde olduğu bir ülkede Anıtkabir'e gitmek, ona duyduğumuz şükran borcunu O'na sessiz kelimelerle ifade etmeye çalışmak... Ve bunun anlamına varabilmek. Sadece kalbimizde demek yetmiyor işte...Çok güzel bir paylaşımdı keyifle okudum. Emeğinize yüreğinize sağlık diyorum. Herşey gönlünüzce olsun....
Mehpare günaydın. Biliyorum çok duygulusun; insanı insan yapan duygular bazen insanı acıtır,bazen su olduğu halde susuz bırakır, ekmek olduğu halde aç bırakır;biliyorum...
YanıtlaSilYüreklerimiz inanmışlığın, öngürmüşlüğün ve sevginin kanını pompalıyor hiç durmadan; dileklerine katılıyorum; sağlıcakla Mehpare
Fotoğraflarınız ve satırlarınız arasında gezinmek çok keyifliydi..hele ki Anıtkabir'e olan ziyaretiniz ve objektifinizden yansıyanlar..çok etkileyiciydi..Teşekkürler bu güzel paylaşımınız için...
YanıtlaSilEsenlikler dilerim...
Günaydın Esmir. Satırdan gönüle, gönülden fotoğraflara yansıyan güzellikler adına ben teşekkür ederim.
YanıtlaSil