Sayfalar

22 Ocak 2011 Cumartesi

MEVZUNUN BAM TELİ

Kamera; Güven Ürgüp
Doğa salınıvermiş yüzyıllar öncesinden.Biz bugün dahi
salınamamışız; hep soylu mazeretlerimiz var...

MEVZUNUN BAM TELİ



 Yani, halkın bam teli… Bazen düşünmüyor değilim; sazın bam teli olur da, her insanın da bam teli olmaz mı diye… Fakat toplum insanlardan oluşuyorsa, toplumumuzun bam teli yok mudur? Diye düşünür, bir türlü çare bulamam…

 Filozof Kierkegaard’ın sigarası biter ve bir tane daha yakar. Düşünme antrenmanı onu tutuvermişti. Sonra aklına şu fikir gelir; Madem herkes olayları kolaylaştırmakla meşgul, belki de birinin her şeyi zorlaştırması gerekir; yani hayat o kadar hafiflemiş ve kolaylaşmış olabilir ki, insanlar zorluğun/ağırlığın tekrar geri gelmesini isteyebilirler.

 Hayatını insanları uyandırmaya adayan filozof Kierkegaard acaba şu an ülkemizde yaşasaydı bu felsefesini devam ettirebilir miydi? Yaşayacağı büyük şaşkınlığı hangi ölümsüz kelimelerle anlatırdı? …

 Şimdi hayatımız çok kolaylaştı, çok hafifledi ve bizler çok şımardık o yüzden mutsuz, o yüzden huzursuzuz, desem; bana kaç kişi inanır. Hayır, yahu; bu benim fikrim ama bana da bunu 19.yüzyılda yaşayan Kierkegaard fısıldadı desem de kimse inanmaz!

 Ülkemin son yüz yılını değil de son otuz yılını irdelesek; otuz yılda yaşanan büyük depremleri, iflasları, intiharları, trafik kazalarını, göçleri; kitaplar dolusu bilgiye ulaşırız. Otuz yıl içerisindeki değişen teknolojiye baktığımızda artık her evde iki-üç bilgisayar, beş-on cep telefonu ve birkaç tane araba buluruz. Doğal olarak bunlar gelişme ve zenginlik adına iyi şeyler olarak görülür. Hayatımızı kolaylaştırmış, renklendirmiş internet sayesinde içine sinmiş, odalara hapsolmuş insanımız bir den kuşlar gibi uçmaya başlamıştır. Gerçi, antrenman eksiğimiz var ama o da zamanla düzelir…

 Hayatı kolaylaşan, hızı ve yaşam kalitesi artan toplumumuzun hâla bocalama devresinde olup kan kaybetmesini nasıl izah edebiliriz? Otuz yıl içerisinde sadece trafikte ölen insan sayısı yüz binin üzerinde olduğunu, büyük depremde ölen insan sayımızın bugün bile anlaşılmadığını, yaşanan iflasların milli kayıp olduğunu vurgulamaya kalksak; kaçımızın canı “can” gibi acıtır?

Kierkegaard’a göre hayat kolaylaşmış, insanlar şımarmış ve duyarsız hale gelmiştir. O zaman; hayatı zorlaştırmalıyız. Acaba bugünkü yöneticiler dahi filozofun felsefesini anlamış olup uygulamaya mı koydular?

 Araba satışlarının çok sesliliği artan rakamları aynı oranda inanılmaz ölümleri, kazaları, kayıpları da peşinde sürüklüyor. Teknoloji ile dolmuş evlerimizin aile birliktelikleri rekora koşarcasına çözülüyor… Acaba, hafifleyen hayatımız; bizi baş döndürücü bir şekilde hafifliğin uçuşuna-uykusuna mı yatırdı?

 Başbakanımız meclisteki gurup toplantısında konuşuyor; “ Ben romanlarla birlikte büyüdüm.” Başbakanı dinlemeye çağrılan konuk roman vatandaşlarımız arasında ünlü bir roman da var. Balık Ayhan ve diğer Roman vatandaşları Başbakanımızın okşayan sözleri ardından sıkça alkışlıyor, ayağa kalkıyor çılgın bir sevgi gösterisi yapıyorlar.

 Çingeneyi öldürüp, romanı diriltmeye çalışmamız hangi demokrasinin, bilimin gerçeğidir? Çingene kültürünün rengini, sesini, eğlencesini görmeyip, onları kenar mahallelerde boğulmaya, asimile olmaya itip, sonra da şehirlerin apartman katlarında Roman olarak yaşatmak; soylu ve onurlu bir davranış mıdır?

 Siyasilerin ele ele iktidarın gücünü, enerjisini tatmış olan politikacıların buluşları müthiş eğlendiriyor beni. Toplumun içindeki büyük karışıklığı, büyük erimeyi yok sayıp, kendi fotoğrafçını, ressamını, şairini, yazarını bulup; onları kendi anlattığın masala inandıracaksın ki onlarda içinde bulundukları topluma; her şey yolunda, her şey süt liman; kimse sizin bam telinize dokunmadı; rahat edin lütfen, desinler…

 Nedense bu konuyu bam telini irdelerken birden Mısır uygarlığına, binlerce yıl öteye gittim. Bedenen hiç gidemediğim yerlere, ruhen ve bilgi ile ulaşmak bile heyecan verici.

 Mısırın gizemleri arasında Mısır Ölüler Kitabında geçen Maati Salonu, kalbin tüyle tartıldığı ayinlere sahne olurdu. Osiris’in Rahipleri, kalplerin tüyle tartıldığı tüy kadar günahsız olduklarının ispatı için gösteriler yaparlardı;


“ Hürmetle sana ey büyük Tanrı. Akması gereken suyu durdurmadım, içinden su geçen kanalı delmedim. Yanması gereken ateşi söndürmedim. KENDİ TÜRÜNDEN BALIK YEMİYLE BALIK YAKALAMADIM. “ diye devam eden, arınma ve inanç ifadeleri bugün bile bam telimize dokunmuyor mu acaba? Eğer bam tellerimiz hâla sağlam kaldıysa…

Güven

2 yorum:

  1. "Doğa salınıvermiş yüzyıllar öncesinden.Biz bugün dahi
    salınamamışız; hep soylu mazeretlerimiz var..."

    Kısa ve öz durumumuzu gayet güzel anlatmışsınız sözlerinizde...

    Bu güzel post..için teşekkürler...emeğinize ve kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Esmir.Teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil