Sayfalar

11 Ocak 2011 Salı

HASTANE GERÇEKLERİ - 2

Kamera; Güven  Gökçeada-Çanakkale
İnsan kokan diyarlar,insansızlığın ağıtını yakıyor.
Buraya renk katmış, ses vermiş Rum aileler çok
azalmış... Ve ben;bana el sallayan ruhları hissetmenin
buruk acısını yaşadım...

Kamera; Güven Gökçeada-Elita Organik Tarım Merkezi
Her şeyi değişimde arayan insanlık; bazı değişmezlerin
doğallığını yeni farketiyor. Doğal olanı yakalamamış
yakalayamayacak insanlık; bitmeyecek pişmanlıklarını
utanmazlıklarını sürekli makyajlayacak kahramanlıklar
üretecektir; sürekli...

Kamera; Güven Zeytinli Köyü-Gökçeada
Bir Rum köyü. Oturan birkaç aile Rum, bu köyü
temiz tutma inancı ile göğün sonsuz boşluğu ile
avunuyorlar.
Marika'nın evine kahve içmeye giderken seslendim
ona; "Marika ne güzel karanfiller bunlar!" Marika
döndü ve bana; " Kopar bir tane çocuk, kopar..."

Kamera; Güven  Zeytinli-Gökçeada
Misafir ağırlama telaşında olan Marika,elinde
avucunda olanların hepsini ikram etti bana. Anıları da
dahil... Eli öpülesi Marika, boynuna sarılası Marika...

HASTANE GERÇEKLERİ



 Her işte olduğu gibi bir işi çözümlemek, o işi anlamak istiyorsanız kaynağına kadar gideceksiniz. Bu gelişmenin, modernliğin, insan olmanın, demokrasinin “altın kuralı”dır.

 Onun içindir ki özene özene bitiremediğimiz, kapılar açılsan hepimizin birlikte göç edeceği batı da; kiliseden fazla hastane, papazdan fazla doktur vardır. Almanlar, İngilizler, Fransızlar bizden daha mı soyludurlar ki, sağlıklarına; kiliseden de, papazdan da fazla düşkünüdürler? Hayır, bizim insanımızdan daha soylu ve daha zeki değillerdir. Ama deha meraklı, daha akılcı düşünen ve de doğrunun çok yakınında bulunan insanlar topluluğundan oluşmaktadır.

30–40 yıl önce batı diyarlarına işçi olarak giden insanlarımızın yabancı memleket dedikleri diyarlara alışmaları çoğunun gelmek istemeyişi de bu yüzdendir; sağlık olanaklarının sağlamlığı, doğruluğu yüzünden…

 Görünürde hükümetimiz de hastanelere, doktorlara önem vermektedir. Ama nasıl? Örneğin Tekirdağ hastanemiz, eklemeli labirentlerden oluşan ve bu karışık labirentlerin karmaşık koridorları, merdivenleri içerisinde sağlık adına hizmet vermeye çalışan bir yerdir. Bu yeri görmek, ölüme yaklaşmamış henüz sağlıklı bedenimi sınamak adına bende herkes gibi sabahın şafak sonrası hastane gerçeğine ulaşmak adına oradaydım.

 İnsanlar, akın akın geliyorlar. Hiç kimse kimseyi görecek durumda değil. Gelenlerin büyük çoğunluğu; hani, guruplara ayırdığımız en alt gurup insanları oldukları belli. Çoğu iki büklüm olmuş. Çoğunun yüzendeki deri elmacık kemiklerine yapışıp, gıdasızlığın, şefkatsizliğin çöküntüsünü yaşıyor. Bu durumda sağlık almaya gelmiş bu insanlar; yaşamdan çok ölüme yakındılar. Büyük çoğunluğun yüzündeki yaşam ışığı çoktan sönmüş; artık göç vakti gelmiş gibi başları öne eğilmişti.

 Hastane gerçekleri öğrenimi içinde bir önemli olayı daha gözledim; gelen insanların iki büklüm bedenlerin yanındaki sağlam görünen yardımcıların da pes etmiş, pısırık-bezgin bir halleri vardı. Özellikle her gelen bir tanıdık bulma peşinde. Tanıdığı bulamayan; o, dolambaçlı koridorlarda bir sağa, bir sola; aşağı ve yukarı kağnılar gibi akıp gidiyorlar. Görülesi, insanüstü garip ve iç sızlatıcı bir manzara…

 Doktorlardan fazla hastanede görevli sözleşmeli işçiler koşuşturuyordu. Her birinin birkaç tanıdıkla karşılaşması, görevlerini bırakıp onlara yardıma koşması ile bütünleşiyordu. Genç ve alımlı kızlarımız 600–700 TL maaş ve uzun vadeli bir güvenceleri olmasa da şimdilik, yaşadıkları bu yerde edindikleri birkaç tanıdık sayesinde onlardan yardım isteyen yakınlarına üstün bir gayretle yardım etmekteydiler.

 Hükümetimizin gençlik kollarında görevli hanımefendi ve eşi de halkın arasında halk gibi tedavi olma peşindeydiler. Tam onları takdir etmek, ne güzel halkın arasında halk gibi tedavi oluyorlar derken onlarında yanında yardım eden genç bir erkek ve hastane çalışan bir kızın olduğunu gördüm. Onlarda akan yardım şefkatinin acil kollarına teslim olmuşlardı. Öyle ya; bu ülkede sıradan olan ölüme ve BEKLEMEYE daha yakın olur… Hatta beklerken, bu dünyadan göç eden; maaş kuyruğunda ölen insanlarımız vardır.

 Hastanenin dolambaçlı koridorlarında dolanan ve özellikle yaşlı hastalar bir türlü aradıkları yerleri bulamıyorlar. Yeterli olmayan asansör sel gibi akan hastaları merdivenlere yönlendiriyor. Yetmeyen merdivenler içinde insan trafiği sıkça kesiliyor; birbirine gözler ve beden diliyle, “çekil be kardeşim geçeyim” diyen insanların sert bakışlarını gördüm.

 Devlet Hastanesinin 1. katının tam da merdiven çıkışına, bir insanlık yere sahip olup orada dikilmeye başladım. Askeri açıdan bulunduğum yerin stratejik önemi çok büyüktü. Gazeteci açısından da öyle! Aşağıdan gelenleri de, yukarıdan inenleri de, 1. katın sağını da, solunu da gözlüyordum.

 En hızlı çalışan ve kapının üzerinde ışığı yanan Doktor Cengiz Bey’di. Saat 10,30’a kadar 36 hastayı tedavi etti. Kapısının üzerinde yanan ışık; sıradaki hastanın ismini gösteriyordu. Her ışık, o hasta için yorgun ve bitkin bedenine bir şifa demekti. Gerçi gelenlerin çoğu şifadan bile umudunu kesmişe benziyordu.

 Cengiz Bey’in muayene odasına giren her hasta 3–4 dakika içinde çıkıyordu. Ama ismi Ferhat olan hasta çok bekledi. Kapının üstündeki ışıkta Ferhat yazıyordu. Sanırım Ferhat isimli hasta zorlu çıkmıştı. Belki de şifaya uzanan sürece zorlu bir muayeneden geçiyordu! Fakat o anda, hastane gerçeklerinin dışına çıktım; yıllar önce seyrettiğim dana Ferhat’ı onun ipini koparıp kaçışını hatırladım.

 Dana Ferhat, kurban bayramında kurban olacak genç ve bakımlı bir danaydı. Ama dana Ferhat bu işe isyan etmiş, ipini koparıp, sahibine meydan okuyup caddelere çıkmıştı. Sonra, Dana Ferhat’ı yakalamak için neler yapmadılar ki?

Hastane gerçekleri gözlemim, dana Ferhat gibi bakımlı ve besili hastaları aradı boşu boşuna. Bakımlı ve besili hastalarımız ya hiç hastalanmıyor, ya da böyle beklemek gibi dertleri yoktu…

 Vip Salonlarına, yeşil, lacivert, kırmızı, gri pasaportlara mahkûm edilmiş ve gemisini kurtaran kaptandır felsefesine sığınmış bizler; hastanelerimizi ölüme yaklaşmış yığınların yığılmış görüntülerine teslim ettik. Çünkü gerçeği ancak kaynağında görecek, anlayacak kişiler; özel solanlarda, özel hizmetler adı altında yaşıyor; gerisi, ALLAHA EMANET…

 Ne diyeyim; dana Ferhat kadar korkusuz ve yaşama, yaşamak adına her türlü mücadeleyi yapmadığımız sürece; doktorlar, polisler, avukatlar, felsefeciler, sanatçılar ne yapsın bizlere?

Güven


























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder