Kamera; Güven Ganoslar-Hayata Tutunuş
Bazen,tabiatın zorluk ile savaşan canlılarını
görünce insan olarak; büzülürüm... Hiçbir
şikayet etmeden bir uçurumun kenarında taşlara
tutunup onlarca yıl yaşayan ağaçlar vardır!
İnsan denen akıllı ve şikayet-isyan kültürünü
benimsemiş zavallı canlıya bir şeyler anlatırlar...
Kamera; Güven Ganos Tepeleri
Milyonlarca yıl aynı türkü söylenir
bu diyarlarda. Deniz ile tepelerin türküsü...
Bu aşk, bu sevgi neden bitmez?
Çünkü tabiatın aşkı, sabırlıdır.Bir güne
adanmamıştır. Tutkuya şehvetine yenik
düşüp, sevdasını yok edici telaşın
çıkarların, koşulların içine atmaz
tabiatın soylu tepeleri, denizi...
Kamera; Yunus Ganoslar
Çadırları kurduğumuz yer, yaklaşık 200 metrelik
vahşi uçurumun kenarındaydı. O an, yüksekten
bakarken denize; kuş olmayı istiyorduk.Kuş
olup adalara, Asya kıtasına geçip, geri
dönmeyi...
Kamera; Güven
Kökleri Avrupa Kıtasında, dalları Asya Kıtasına
uzanıyor. Yaşlı bir ağaç çok az toprak
parçası ile yıllarca yemyeşil kalmış. O da
biliyor bu oyunun sonu olduğnu ama
bu oyun; heyecan verici, yaşam dolu ve
sanat dolu...
Kamera; Güven
Dağa dostlarım; Yunus ile Tamer Kaptan
Severem bu insanları ben; severem...
Doğaya inanmış insanlardan zarar gelmez
diğer canlılara. Ama bileseniz ki, doğanın
sabrı gibi sabır taşırlar doğanın güzel
insanları! Ama onların da doğa gibi
çılgınlıkları,kabul edemezlikleri vardır.
Doğan kirlenmesini,ulusun fakirleşip
cahilleştirilmesi,sahtekar din tüccarları
onların kabul edemeyeceklerindendir...
Kamera; Tamer Kaptan
Ganosların rüzgarlı tepesine oturmuş iki
doğa dostu. Sabah, geceden kalan
dinginliği tüm bonkörlüğü ile sunmuştu
bize.Ve ışık,deniz ile bir olup harika
bir dansın kadınsı gösterimini yapıyordu
sanata,dansa aç olan bu insanlara.
Kamera; Güven Yaşlı Kaya ve Deniz
Tepenin uçurumu yarım metre ötemdeydi.
Tamer Kaptanın dediği gibi, vahşi bir tabiat
var burada. İnsanın uçası geliyor. Uçup da
bir kaç saniyeliğine "yaşam" çok güzel
deyesi geliyor. İnsan ölüme atladığı uçuşlarda
böyle seslense "yaşam" dese, "yaşamak"
dese, "sevmek" dese; acaba kendi ile
büyük çelişkiye mi düşmüş olur? Ölüme
giderken, yaşamdan söz etmesi
doğru bir kabul ediş, sağlıklı bir
bedenin ruh alemeni anlatır mı bize?
Acaba biz düşünmekten irdelemekten
korkan soylu insanlar, ölümün de bir
yaşam olduğunu yeterli kabul
etmediğimiz için, ölüme uçan bir
insanın yaşamdan söz etmesini
mantıklı bulmayız, bu yüzden...
Kamera; Yunus
Sabah yürüyüşü bir tepeden diğer tepeye
akmamıza neden oldu. Toprak ve ona bağlanmış
zorla yaşamı seven bitkiler, baharatlar çılğın bir
güzellik içinde bacaklarımıza, bedenlerimize
ve ruhlarımıza dolanıyorlardı. Baharatların
kokusu, denizin tepelerin yamaçlarıyla sevişmesi
ve insan denen beden ile ruhun
daha ne kadar çok yol alması gerektiğinin
soylu düşü; bedenimi titretti, alışık
olduğum yaşamın kirlerinin birkaç
saatliğine de olsa bedenimden akması
harika bir törendi...
Kamera; Güven
Dönüş yolumuzda Muhammer Bey'in işletitği mekana
uğradık. Güzel bir dinlence yerinde sokullanmak,
doğa ile insanın yöresine nasıl bir hizmet
sunacağının keyfini yaşamak da ayrı bir mutluluk...
Kamera; Ebru Hanım (Muammer Bey'in Kızı)
Biliyorum, Mahşerin dört atlısı olarak
çıktığımız yolun yolcusu Hüsmen Amcayı
merak ediyorsunuz! O, fotoğraf sanatından
hoşlanıyormuş ama öyle her yerde boy
göstermeyi sevmiyormuş.Güya, önemli olan
fikirleriymiş,fotoğrafı değil... Tanrım...
TALİHSİZ MEHMET EFENDİ
Çalışmamın başından da anlaşılacağı gibi bu yazının bir bölümü Mehmet Efendiyi anlatacak. Mehmet Efendinin trajik ve kara mizah ile süslü hikâyesine geçmeden önce; bahar ayının güzelliğini vurgulayacağım.
Dostlar, güz, tam bir gezi mevsimi. Hangi alandan hoşlanıyorsanız o alandaki gezilerinizi hava şartlarının en uygun olduğu bu zamanda yapın, ertelemeyin derim. Ele ele doğa ile buluşmak istiyorsanız, doğanın kış uykusuna yatma hazırlığını, yaz ayına hoşça kal deme gösterisini muhakkak izleyin derim. Yeşilin, kızıla dönüşünü, toprağın rüzgâr ile daha bir birliktelik oluşturup kekik ve diğer baharatların kokularını etrafa yayışını içinize çekme zamanı; bu zaman…
Güz, bizim de yerimizde duramadığımız, belki de yaşımız gereği güz mevsimini yaşadığımız bedenimizi bir an önce tabiatın harika yenilenme şölenleri ile buluşturup, belki sürekli yenilenen, ama gençlik yılları gibi kalamayan bedenimize ve ruhumuza bir tesellidir!
Gezi arkadaşım, sağlam adam, Yunus ile yeni bir gezi programında buluştuk. Karar verildi. Diğer dostlarda da haber verdik. Gelmek isteyenler gelebilir diye! Bu seferki yürüyüş vahşi doğanın daha yüksek yaşandığı, el değmemişliğinin özenle saklanan bir köşesi oldu.
Güz gezisine Yunus ile birlikte karar verip hazırlığı yaptık. Bir başka dostumuz tabiat aşığı Tamer Bey’de katılmak istedi. Onur duyarız, deyip buyur ettik. Tam tamına üç kişilik bir ekiple tüm hazırlıklar yapılmışken Hüsmen Amca’da geleceğim demez mi! Nereden duymuş, nasıl haberi olmuş, bilemedim. Aslında Hüsmen Amcam bedenini yoracak, kıçına çalılar batacak zorlu gezileri kesinlikle sevmez.
İllah ben de bu geziye geleceğim çocuk, diye tutturan Hüsmen Amcayı kıramadık. Peki, Hüsmen Amca gel bakalım, deyip gezinin, onurlu yollarına çıktık.
Yol üzerindeki Altınova’da bulunan marketten gerekli gıdalarımızı aldık. Konserve balık, barbunya, meyve, su, ekmek, peynir, domates, patlıcan, biber gibi… Tamer Kaptanın sevgili eşi de oldukça bonkör davranıp bir çanta yiyeceği Tamer Kaptanın eline tutuşturmuş. Hüsmen Amcam evden yiyecek getirmeyi sevmediği, eşi ile yine soğur rüzgârlar estirdiği için pek de bonkör gelmemişti doğrusu. Sanırım, misafir olma kültüründen yararlanacak, tüm masrafları benim üzerime yıkacak! Öyle de yaptı. Doğrusu, bu mizah ve saf kalpli Rumeli insanına kızamıyorum. Aklına ne gelirse, “pat” diye söyler…
Mahşerin Dört Atlısı gibi yolun yolcusu olmuştuk. Daha şehrin dışına çıkar çıkmaz, doğanın insancıl çağrıları, kokuları, gösterileri sarhoş olmamız için yeterliydi. Gerçi sarhoş olmayacak kadar şarabımız da vardı yanımızda ama asıl sarhoşluk, içten geçiş, doğanın koynunda olmalı!
Yunus radyoyu açınca sanki ilahi gücün yanımızda olduğunu hissettim. Sevdiğim doğa insanlarıyla doğanın koynuna gidiyordum. Ve radyonun kalbinden en sevdiğim müziğin nağmeleri dökülüyordu;
“ sor ele bir hâllarımı/kırıyor yar kollarımı/bölüyor uykularımı zalim ayrılık/uçuşur saçları yelden, zülüf’ü sırmadan telden/yârin oturduğu yerden haber getirin/tutuver yârim elimden, tutuşur elim elinden/çala gönül sazlarını/bal olup damlar dilinden sevda sözleri.”
Mahşerin Dört Atlısı gibi kıyamet sonrası gelmiyorduk ama biz şehirlerin kıyametinden kaçıp, doğanın enerjisi ile beslenmeye gidiyorduk. Ve keyfimiz insancaydı. Ne mağruru, ne mağduru oynuyordu, doğaya inanmış bedenlerimiz!
Bizi bilenler bilir; Hüsmen Amcaya takılmadan, nazikçe sataşmadan edemem. Elbette o da aynısını yapar bana. Bak Hüsmen Amca, yanık sesli sanatçı “sevda sözleri” diyor! Sen ne düşünüyorsun, senin de yanık bir sevdan, dillere destan bir aşkın oldu mu? Hüsmen Amcam, öyle bir iç çekti ki; “ çocuk, şimdi sırası mı, zaten bu şarkı beni de alıp götürdü bir yerlere”
Peki, Hüsmen Amca, nasıl istersen! Nasıl olsa günün gecesi uzun, ben sana kamp ateşinin başında Yunus’un el yapımı şarabını içirdikten sonra söyletmesini bilirim sevdalarını. Hüsmen Amcam, gülümseyerek; Çocuk, şimdi sevdayı bir kenara bırak da, siz Mehmet Efendinin başına gelenleri duydunuz mu? Yazık oldu Mehmet Efendiye! Ne talihsiz adammış bre!
Yunus, tüm dikkatini yola vermişken, kulağı da Hüsmen Amcanın Mehmet Efendisindeydi. Tamer Kaptan da tüm dikkatini Hüsmen Amcanın anlatacağı Mehmet Efendi hikâyesine vermişti. Allah’ım! Bu Hüsmen Amca deli edecek beni. Yine üstünlüğü ele geçirip tüm dikkati kendinde topladı. Artık, elinden, dilinden kurtulamayız. Ben de merak bu ya; dayanamayıp; Hüsmen Amca anlatacaksan anlat, ne oldu talihsiz Mehmet Efendiye?
Hüsmen Amca bir destan anlatıcısı gibi, mimik ve ses tonunu öyle bir ayarladı ki, Mehmet Efendi için yüreğimiz titredi. Bu kadar da olur mu diye sorduk, gerçek mi deyip, Hüsmen Amcayı sıkıştırdık. Maalesef ki gerçekmiş… Gerçekten de bu Mehmet Efendi talihsiz bir adammış yahu…
Biliyorum siz de Mehmet Efendinin hikâyesini merak ediyorsunuz. Merak! Ne güzel şey değil mi dostlarım. Yeni bir yolculuğa çıkar, işi ve kötünün bıraktığı iz, size dokunup dokunmadığına göre harika bir keyif içinde şükürler edersiniz…
Hadi bakalım, şimdi de Mehmet Efendinin hikâyesini dinleyelim! Bizim Mehmet Efendi işinde gücünde bir adamcağızmış. Haftanın birkaç günü Malkara ile Tekirdağ arasında yollarda geçirirmiş. Ticaretle uğraşırmış anlayacağınız. İşi ve evi arasında birbirine benzeyen renk ve tatların birbirine karışıp tek renk ve tada dönüştüğü bir zamanda Mehmet Efendi uçkurunu çözmek istemiş.
Mehmet Efendi her gün gittiği Tekirdağ Malkara arasında yol kenarında bekleşen Roman kızlarından birisi ile anlaşmış. Güzel Roman kızı ile Mehmet Efendi o gün, alışılmışın dışında birkaç saat geçireceklermiş. Roman kız, bu iş için alacağı parayı düşünürken, Mehmet Efendi de günahın soylu çağrısının nasıl bir şey olacağını merak edermiş!
Fakat bilirsiniz şeytan da sever böyle güzel eğlenceleri. Sever ve insanın soylu aklını sınamak ister, geçici ve sabırsız uçkur tutkusu adına! …
Mehmet Efendi, güzel Roman kızını arabasın almış. Biraz yol aldıktan sonra, yol kenarından biraz uzakta soğan lodalarını görmüş. Bunların arasına girip, günahın soylu şarabından içmek istemiş. Fakat Mehmet Efendi bir şeyi hesaplayamamış. Soğan lodalarının bulunduğu yere yağmur yağınca su almaması için hendek kazılmış. Bu hendeği görmeyen Mehmet Efendi aracını hendeğe kaçırmış. Çıkarma çabaları bir yandan, yanında bulunan güzel Roman kızına el süremeyişin heyecanı bir yandan, aracını zorladıkça zorlamış. Olan da olmuş o zaman! Aracın egzozundan fırlayan kıvılcım soğan lodasını tutuşturmuş. Soğan lodasının güçlü ateşi, Mehmet Efendinin aracını tutuşturmuş. Mehmet Efendi daha uçkuru çözemeden, güzel Roman kızının eline bile elleyemeden, kendi yangınına yanmış ki ne yanmak…
Hüsmen Amcanın allayarak-pullayarak hikâyesi bitince; Mahşerin Dört Atlısı gibi; hep bir ağızdan; Talihsiz Mehmet Efendi, talihsiz adam, deyip kendi küçük imkânlarımız ile doğanın talihsizliklerinin insan çığlıklarının bol olduğu şehrimizden uzaklaşıyorduk…
Acaba bu gezide Shakespeare'de olsaydı bizim kulağımıza :
" Yaşamımızın dokusu karmakarışık bir masal, iyiyle kötü yanyana, eğer yanlışlarımız onları kırbaçlamasaydı erdemlerimiz gurur duyardı ve eğer erdemlerimiz onları bağrına basmasaydı suçlarımız umutsuzluğa kapılırdı." fısıldarmıy dı Shakespeare yüzyıllar ötesinden sevgi dolu ruhu ile...
Güven
"Sonuna Kadar" başlıklı çalışmanız "Bloglardan Seçmeler"de yayınlandı.
YanıtlaSilBaşarılı çalışmalarınızın devam etmesini diliyorum. Hayırlı günler dileğiyle.
Teşekkür ederim hocam. Beden ruha,ruh bedene destek verdiği sürece çalışmalarımıza devam edeceğiz.Hep birlikte.
YanıtlaSilSaygılar size
Doğa gezilerini çok sevdiğimden yazınızı zevkle okudum.Adeta sizlerle gezmiş gibi oldum.
YanıtlaSilMerhabalar hocam. Gezimize hoş geldiniz. Keyfinize,keyif alışınıza selam ederim.
YanıtlaSilSaygılarımla