Sayfalar

27 Ağustos 2010 Cuma

ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ

Kamera; Güven    İzmir -Selçuk
Mehmet Aksoy'un yapmış olduğu ;
KURTULUŞ YOLU ANITI
Gidilmeli,görülmeli ve o savaşla katılmış insanların
ruhlarının taştan,mermerden yansıyan seslerini
dinlemeli...
Kamera; Güven
Selçuk,bu kasabayı
özlemem için çok nedenim var!
Ama artık, bir nedenim daha
var! Bu anıtı, sırf bu anıtı
özlediğimi farkediyorum!
Belki bir daha ki
26 Ağustos tam, 12,30
ben bu anıtın yanında,
askerlerin, güzel
halkımın terli bedenlerinin
ruhları ile konuşurum...


Kamera; Güven   Selçuk
26 Ağustos saat tam 12,30 ... Gölgenin düşdüğü
zamanın bir"anı"nın yakalandığı an...
Zaman içinde un ufak olmak yerine,
samanın bir "an"ını yakalayıp,
sonsuzluğa el uzatabilir miyiz acaba?


ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ



“Millet hayati tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş bir cinayettir.” diyen Mustafa Kemal, bir milletin çaresizliğe düşüp de yine kendi ayakları üzerinde nasıl duracağının kararlılığını KURTULUŞ SAVAŞI ile dünya tarihine armağan etmiştir. Bu savaşın savaşçıları kurtuluşa inanmış insanlardı. Bu savaşın komutanları da savaş sanatını ince bir beceri ile uygulayacak insanlardı.

Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşımızın kaderini değiştirecek önemli komutanlarıdır. Elbette komuta hiçbir işe yaramaz, vereceğin emirleri uygulayacak asker olmazsa! Söz konusu kurtuluşsa, söz konusu elde kalan son topağın vatan olarak korunmasıysa, tarihin içinde bin bir felaketler yaşamış Türk Halkı, bir kez daha felaketin son perdesini yaşıyordu.

Başarının sahiplenicisi, uğrunda öleni, öldüreni, söz edeni çok olur da, başarısızlığı sahiplenen çok az olur. İşte, bu savaşın kahramanları, askerinden subayına kadar, kağnılarla mermi taşıyan analarına, genç kadınlarına, yaşlı dedelerine kadar, hak edilmiş kahramanlık destanının insanlarıdır onlar! Onları anarken, tarihin incecik ve tozlu yapraklarını hiç incitmeden ve o zamanın barut kokularını hissederek, top seslerini duyarak anlamaya, anlatmaya çalışmalıyız.

Savaşları, savaşanları masallarda, romanlarda, filmlerde, tiyatrolarda ve destanlarda anlatabilir, bir an olsun o anın manzarasını, hislerini tattırabiliriz. Ama savaşların kan kokusunu, beden parçacıklarını, insan iniltilerini, yokluğun varlık ile savaşını gerçeği gibi anlatamayız… O yüzdendir ki, Kurtuluş Destanını yazmış Türk Komutanlar, onların başında bulunan dahi komutan Mustafa Kemal; “ zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir.” diyerek, barışın, huzurun, gelişmenin gereğine önemli bir işaret bırakmıştır.

Kurtuluş Savaşı adına söylenmiş şiirler, övgüler, destanlar ne kadar yazılsa azdır. Bir milletin var oluşunu, bir milletin tarihi sahnesinden çekilecekken, tekrar yaşamaya dâhil edilmesinin muhteşem romanıdır Kurtuluş Savaşımız. Yakın tarihimize başımızı döndürdüğümüzde ülkemizin orta yerlerinde halkı, askeri, subayı ile onurlu bir savaşın yapıldığını görürüz. Hiçbir ülkenin toprağı içine ayak basmadan, hiçbir ülke insanının malına, canına, namusuna zarar vermeden; topyekûn ulusal hisler ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarının arkasında duran Türk insanının göğsünü gere gere anlatacağı bir zaferidir.

Bu yıl Haziran ayı içerisinde İzmir –Selçuk ilçesine yapmış olduğum gezide gördüğüm anıt ve anıttaki destan, bendeki unutulmazların arasına katıldı. Bir anıt ve bir destan; ancak bu toprakları seven, ulusal hisler ile beslenen insanların eseri olabilir!

Mehmet Aksoy’un yapmış olduğu Kurtuluş Yolu Anıtı, iki sanatçının ölümsüz eserleri ile sonsuza bir köprü olmuş. Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un anıtı iki bölümden oluşuyor. Mehmet Aksoy anıtını şöyle anlatıyor;

“Aklımda bir yol var. Kurtuluş Savaşçılarının ayak izlerinden oluşan bir yol. Bu bir tarihi yol… İki taş bloğun arasından geçilen yolun duvarlarında içbükey, iz gibi yontulmuş figürler var. O günün acısını, korkusunu, cesaretini, kararlılığını, birlik olma duygusunu, yardımlaşmayı, dayanışmayı, fedakârlığı konu olan bir rölyef oluşturuyorlar. Heykelin yolun caddeye bağlandığı dönemeçteki bölümünde asker figürlerinin sarmaladığı bir boşluk var. Bana Kurtuluş Savaşı önderini, Mustafa Kemal’i düşündürüyor. Askerlerle yan yana, iç içe, omuz omuza, kendi görünmeyen ama onları yöneten, yönlendiren bir güç olarak var Mustafa Kemal. Ayak izlerinden oluşan yolla ikiye ayrılan taşlar bir tarihi geçidi oluşturuyorlar. Mermer Kütleler… Onların bir yüzünde Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı yazılı… Öbür yüzü ise zamanı, zamanın bir “an”ını sonsuza dek yakalama arzusu var. 26 Ağustos saat 12.30’dur. O an… Bu saat artık zaferin belli olduğu andır. Tam 12,30… “

Heykeltıraş Mehmet Aksoy platformun üzerine düşen gölgeyi Atatürk’e benzetmek için tam iki yıl beklemiş. Bir gözü gölgede, bir göze güneşte, tam iki yıl… 26 Ağustos saat 12,30 beklemişler ve başarmışlar. Tam 12.30…

Anıtın arka kısmında, batı tarafında Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı, olanca çıplaklığı, gerçekçiliği, duygusallığı ile bizleri bekliyor. Bu ülke toprağını “VATAN “ bilmiş her Türk Vatandaşı anıtı görmeli, ona dokunmalı. Kurtuluş Yolu Anıtı ve destanı Selçuk’ta tarihi Roma Su Kemerlerinin hemen yanı başında uzanıyor… Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye, Kazım Karabekir’e, Fevzi Çakmak’a, Ali Fuat Cebesoy’a… İzmirli Ali Onbaşıya, esmer nefere, sarışına, kekeme olana, Urfalı İsmail’e, Edirneli Mustafa’ya ve ölümcül bir gayret içinde yardımcı olan analara, taze gelinlere, kara yağız delikanlılara, efelere, kızanlara minnet duygularımla şükranlarımı sunuyorum…

Kurtuluş Savaşımız için yüzlerce yazı yazılabilinir. Yazılması da gerekir. Ben bu yazımı, Kurtuluş Savaşı Yolu Anıtındaki Nazım Hikmet’in Kurtuluş Destanından yapacağım şiir ile şimdilik noktalıyorum.

Dağlarda tek tek ateşler yanıyor.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı bir adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu mevzilerin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar “üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üzerinde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

İşte böyle dostlarım; bu ülkenin tarihi onurlu savaşlarla da dolu, öz eleştiri yapılacak savaşlarla da… Tarih, felsefe, bilinç ve ülke sevdası; gerektiğinde övünmeyi de bilmeli, gerektiğinde öz eleştiriyi de kabul edip başını çare üretmek için eğmeli…
Güven












5 yorum:

  1. Merhaba Arkadaşım,
    Yazınızı okuyunca kendimi suçlu hissettim.Selçuk'a defalarca gitmiş olmama rağmen bu anıttan haberim yoktu.Kurtuluş savaşımızın hangi şartlar altında nasıl kazanıldığının herkese anlatılması gerekir.
    Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  2. Mehraba hocam.Size katılıyorum. Anlamayanlara da sabırla anlatılmalı,yoktan,yokoluştan var olan bu milleti, bu vatanı...

    Bu arada,Kurtuluş Yolu Anıtına borcunuzu bir an önce ödersiniz:))

    YanıtlaSil
  3. Müthiç bir sanatsal algılama.12.30 zaferin belli olduğu saat ve gölgeyi sabırla bekleyen sanatçı.Ölümsüz eser bu olsa gerek.Kutluyorum eseri yaratan sanatçıya ve O'nu harika bir yazı ile anlatan ,fotoğraflayan Güven'e...

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Hocam,gönülden katılıyorum size. Müthiş bir sanatçı algılaması... Sanatçıların incecik dokuyuşları bu yüzden ölümsüzlüğe hak kazanıyor... O eser, şimdi manen, özleyeceğim, belki de yıldan yıla o eser için bile gidebileceğim bir yer haline geldi Selçuk!

    Elbette Selçuk deyince, Efes Harabeleri, Müzesi, Kalesi,Halk Pazarı, Şirincesi gelir akla ama; bu eser geçmiş ile bugünün "an" ını yakalayan bir eser... Yorulmuşlara,soylu bedenlere, bıkkınlara, duygu zafiyeti geçirenlere bile iyi gelecektir bu eseri gönülden izlemek...

    YanıtlaSil
  5. Yazar cok tesekkurler...

    Selamlar Ebru

    YanıtlaSil