Kamera; Güven - Pamukkale
Saf Beyazlık; biz doğayı kirletenlerin ve doğa
ile yarı barışık olanların sürekli imrendiği;
güzel ve soylu beyazlık...
BOŞ İŞLER
Hüsmen Ağa, her sabah hiç aksatmadan uğradığı küçük dükkâna uğradı. Sabah gazetesini bu dükkândan emanet aldığı gazete sayesinde okuyordu. Öyle ya, Hüsmen Ağa’nın gazeteye verecek parası mı vardı! Zaten ona göre gazeteler boş şeyler yazıyormuş… O, sadece fotoğraflara bir de spor sayfasına bakıyormuş. Sporu seviyor da bir de kendisi yapsa; fena olmaz hani! Neredeyse üç insan büyüklüğündeki Hüsmen Ağa, küçük dükkânın gazetelerinin bulunduğu sehpa üzerinde duran gazeteyi eline alması ile atması bir oldu.
Hüsmen Ağa yarı ciddi, yarı şaka nazı geçen dükkân çalışanına seslendi; “ bu ne yahu? Bizim her gün okuduğumuz gazete nerede?” Dükkân çalışanı adam gülümseyerek; “ artık Perşembe günleri bu gazeteyi alacağız. Çok güzel kitap eki de veriyor. Hüsmen Ağam Bak!”
Renksiz gazeteyi ve ekini gören Hüsmen Ağa ekşi bir surat ifadesi ile “ Ben böyle ağır şeyleri okumam. Ben zaten resimlere bakıyorum.”
Küçük dükkânın çalışanı adam Hüsmen Ağayı tanıdığı için bu işe hiç bozulmadı. Sadece hafif bir tebessüm ederek o günkü makalesini yazmaya devam etti. Hüsmen Ağa derler bu iri ve çok konuşan, çokbilmiş adama. Cebinde oldum olası para taşımaz. Ama banka hesapları, üzerinde bulunan mülkiyetler oldukça şaşırtıcı büyüklüktedir…
Hüsmen Ağa günlük gazetesini bulamamış olmanın can sıkıcı tavrıyla, çalışmasına dalmış adama seslendi; “ Sen ne yazıyorsun orada?” Adam, bildik suale, yine bildik cevabı verdi; “ cübbe ve kep ile ilgili bir yazı hazırlıyorum Hüsmen Ağam” dedi.
Hüsmen Ağa, oldum olası toplumsal olayları kendi çıkarlarından sonra tutmuş birisidir. Eğer o konuda kendine bir fayda yoksa o iş, o konu; onun için boş iştir. Faydasız iştir. Riski asla sevmez… Hayat, onun için bir koyup yüz almaktan ibarettir. Büyük göbeği, heybetli gerdanı ile şamata yapmasını, ince ince alay etmesini çok sever.
Küçük dükkânda aradığı gazeteyi bulamayan ve de yeni alınmış gazeteyi oldukça ağır kabul eden Hüsmen Ağa, makalesini tamamlamaya çalışan adama; “ Bırak bu boş işleri. Hep para kazandırmayan işlerle uğraşıyorsun.” dedi ve ağır gövdesini ondan beklenmeyen çeviklikle dışarı taşıdı. Diğer dükkânlara uğrayıp para vermeden bulacağı gazete ile vakit geçirmek istiyordu. Nasıl olsa vakti boldu. Daha kaç kapı gezip, kaç kişinin çayını içecek, bankada bulunan yüklü parasını düşünerek, toplum ile inceden inceye alaylar edecekti…
Küçük dükkânın içinde bulunan orta yaşlı adam o günde bir yazı hazırladığı için mutluydu. Geçinecek kadar para kazanıp, kendi kendine yetmesini zenginlik olarak kabul etmiş, Hüsmen Ağanın boş işler dediği edebiyatı, felsefeyi kendi yaşam desturu kabul bilmişti. İşte yine bir yazıyı bitirmiş, yine haykırmak istediklerini nezaket kuralları içinde seslendirmişti. Yazı, onun için büyülü bir yolculuktu. Yazmasa, toplumsal olayları tetkik etmese; yaşayamazdı o! Ama toplumsal mücadelesini, yazı ile olan aşkını hiçbir zaman ticari arenada satılık bir eşya olarak görmüyordu.
Makalesini bitiren adam, Hüsmen Ağanın alışık çıkışını, son söylediği ; “Boş işler” cümlesini irdeledi. Aynı söylemi bundan iki yıl önce telefonda da hakaret olarak duymuştu. Bir ticari olaydan dolayı onu arayan ve hayatının bu zamanına kadar ona oldukça saygı gösteren şahıs, ticari bir olaydan dolayı kızmış ve kendince en ağır hakareti yapmıştı. ‘ Siz ailece edebiyatçısınız zaten.’ deyip telefonu yüzüne kapatmıştı.
Hüsmen Ağaya göre resimsiz, gösterişsiz sadece habere, bilgiye dayalı gazete-kitaplar ağır şeylerdi! Telefonda hakaret eden adama göre de, yazı yazan kişiler edebiyatçıydılar…
Yazısını gerekli yere kopyalayan adam, kahvesinden oldukça büyük bir yudum alıp mutluluk dolu bedenini daha da düşünmeye zorladı. Bu toplum nereye gidiyordu… Para kazandırmayan, büyük zenginlik vaat etmeyen hiçbir meslek kabul görmüyordu. Yazı yazmak, kitap okumak; edebiyat ve boş iş kabul ediliyordu.
Otuz yılda verilmeye çalışılan verilmiş; zenginliği hayal eden, hayalci bir toplum yaratılmıştı. Şık elbiseler, pahalı arabalar, lüks evlerde yaşamayı arzu eden ve kendini Tanrıya daha yakın zanneden zeki ve soylu insanlar…
Hâlbuki sınırsız hiçbir zenginlik azmederek kabul görmezse, içselleştirilemezse korkulan fakirlikten daha büyük tehlikeler-sorunlar getiriyor.
Hüsmen Ağa, babasının yüklü mirasını sıkı para politikası ile daha da yüklü hale getirmiş, her gün batan-dağılan ve acı çeken insanların yanında başarılı ve akıllı bir konuma gelmiştir. Asıl mesele para kazanmak olduğu için, parayı bulanın da EFENDİ saygısı gördüğü için; bu toplumun renksiz gazeteleri, yerel basını, kütüphaneleri, felsefecileri, edebiyatçıları zavallı ve garip kabul edilecektir…
Küçük dükkânda çalışan ve daima kendi kendine yetmeyi en büyük zenginlik olarak kabul etmiş adam; ne yazı yazmayı, ne yerel basını, ne edebiyatı ne de felsefeyi yersiz ve garip buluyordu.
Eğer öyle olsaydı, Nazımlar, Namık Kemaller, Mustafalar, Kemaller, Orhan Veliler, Pir Sultan Abdallar, Yunuslar, Âşık Veyseller ortaya çıkar mıydı hiç?
GÜVEN
Çıkmazdı sevgili Güven.O zaman hayat Hüsmen Ağalarla daha da katlanılmaz olurdu.Biz onlar sayesinde, bu cebi dolu ruhu boşlara hoşgörü ve sabır gösteriyoruz.
YanıtlaSilSöylemek ya da "haykırmak istediklerini", sessiz ve içinden değil de "nezaket kuralları içinde", uygun bir dille seslendirenler; azınlıkta kalmayıp, çoğalsalar keşke. Tüketim toplumunda "Hüsmen Ağalar" giderek çoğalıyor ne yazık... "Ben böyle ağır şeyleri okumam. Ben zaten resimlere bakıyorum" diyenler keşke insanımızın geldiği noktanın da resmini ayırdedebilseler;ama "bir koyup yüz alabilme" çabası engelliyor.
YanıtlaSilOnlar, edebiyatla,felsefeyle, insan ve toplumla, doğayla ilgili yararlı işler yapan "güzel insanları" reddetseler de; zaman ve tarih, Hüsmen Ağaların adını bile kaydetmiyor...
Yolculuğunuzun "büyüsü" hiç bozulmasın.
hiç olurmu sevgili güven öyle toplumsal olaylara kafa yormak karınmı doyurur..ben bu 1 koyup 10 almak sözünü ilk körfez krizinden beri duyarım ama nerde 10 lar milli gelire eklendimi? ben görmedim görebileceğimi de sanmıyorum..
YanıtlaSil