Kamera; Güven - Çanakkale
Troy filminde kullanılmış efsanevi at;
bugünün usta,bilgili ve işlerini önemseyen
insanlar tarafından meydana getirilmiş.
Sanki efsane canlanmış, gerçek at ve savaşçı
Akhalar,birizdan içinde çıkacak gibi! :))
Kamera; Güven - Çanakkale
Truva antik şehrini gezenleri duyar gibiyim!
"Asıl Truva antik şehrini anlamlı kılan
at budur.Bu at derhal diğerinle
yer değiştirilmelidir." Der
gibiler... :))
Kamera; Güven Çanakkale Öğretmenevi
Tarihi taş bina. Çalışanlarına, hizmetlerine
teşekkürü borç bilirem.
Kamera; Güven -Çanakkale
Bu at da Truva antik şehrini temsil eden,
bol makyajlı, bol çalımlı güzel bir at!
Fakat,antik şehri temsil etmeyecek
kadar; GENÇ değil mi dostlar?
TRUVA ATI
Medeniyetler diyarı olan ülkemizin; üst üste kurulmuş yüzlerce antik şehrin üzerinde, yakınında yaşıyoruz. Bu ülkenin madenleri kadar, coğrafyası kadar; antik uygarlıklarının da kıskanası bir güzelliği var. Dünyada böyle güzel bir konumu, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış başka bir ülke var mı diye sorgulasak; bir başka benzer Türkiye bulmamız mümkün değildir!
Bu ülkenin boğazlarını, yeraltı şehirlerini, Kapadokya’sını, sahillerini, folklarını anlatmayacağım. Çünkü bu kadar önemli konularda bir hata yapmak, bu güzel ülkenin tanıtımını doğru yapamamaktan korkarım!
Ben bugün, ülkemin Truva Antik Şehrinin efsanelere konu olmuş Truva Atını anlatmak isterim. Gördüklerimi, hissettiklerimi, bildiklerimi bu köşede paylaşmanın, onuru, samimiyeti de bir başka oluyor. İnsan yazmayıp içine atsa, doğru yerlerde, doğru kişilerle paylaşım yapmasa; işte o zaman, hayatı anlamsız bulur, kendi kaybolmuşluğunu, asıl fakirliğini yaşar.
Sığdaki Derinlikler köşemde yazdığım ve yazacağım tüm konular; hiçbir ticari, siyasi kaygı duymadan; bu ülkeyi seven, bu ülkenin vatandaşlık şuuru ile birleşen duygu ve bilgilerimin sentezi olan yazılardır…
Ne oldu da Truva Atı, beni rahatsız etti? Binlerce yılı öncesinin Atı, Tanrıları, Tanrıçaları, Paris’i, Helen’i, Odysseus’u tarihin içinde efsane olmuşken; bu zamanda onlarlar niye uğraşır, onların ruhunu buralara davet ederim?
Çanakkale ilimizde bulunan antik şehrimiz Truva’yı bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur. Üst üste kurulmuş on şehrin bize bıraktığı medeniyet izleri; 140 yıldan bu yana kazılıyor. Elbette yine bizden olmayan destek kazı yardımları sayesinde. Belki de şehrin ve şehirlerin çok az miktarı dışa çıkarılmış durumda. Dünya tarihi açısından, ülkemizin turizm gelirleri açısından inanılmaz önemli bir yer!
Truva antik kentinin 5 bin yıllık öyküsü kazılar devam ettikçe daha doğru bir yere oturacaktır. Fakat Truva antik kendinin savaşı, Paris ile Helen’in aşkı, Truva savaşının 10 yıllık mücadele sonucu düşmeyip, tahta bir at hilesi ile kazanıldığı, yağmalandığının efsanesi; insanlık durduğu sürece duracaktır. Kim bilir daha ne anlatımlar, ne filmler çekilecek Truva Savaşının anısı, hatırası, efsanesi diye!
2004 yılında çekilen Troy filmi de Truva savaşını anlatan harika bir filmdi. Müthiş bir görsel şova dönüşen film; siz, isteseniz de istemeseniz de içine çekiyor sizi! O an, siz de Paris, Helen, Odysseus, Hera, Athena, Zeus, Afrodit oluyorsunuz…
Kısacası Truva antik kenti Akhalar tarafında kuşatılıyor. İnanılmaz savaşlar, saldırılar düzenlense de bir türlü ele geçirilemiyor. Bu savaş tam 10 yıl sürüyor. Sonuçta Akhalar pes etmek üzereyken, Odyssus’un verdiği fikir üzerine tahta bir at yapılır. At hilesi ile şehri girilir ve gece şehir alınır. En kanlı gecedir o gece! Truva şehri yakıp, yıkılır ve talan edilir… O yıkımdan sonra, şehir için 200 yıllık karanlık bir dönem başlar.
Dostlar, tarihi, efsaneler; insan çığlıkları ile dolu. İnsanlar kendi elleri ile kurduğu, yoktan var ettiği medeniyetleri, yine kendi elleri ile yok ediyorlar. Tarih, böyle katledişler ile dolu. Hem de ağzına kadar.
Savaşların ara verdiği, çok az olan zamanlarda da insan; bir başka güzellikleri var etmiş. Mimarinin, heykelciliğin, tiyatronun, felsefenin, tıbbın gelişmesi için insanüstü çabalar göstermiş.
Ülkemiz için madenlerimiz, fabrikalarımız, denizlerimiz ne kadar önemliyse; bu diyarda uyuyan, bize emanet olmuş antik uygarlıklar da o kadar önemlidir. Bir defa, taş, tuğla, kerpiç dediğimiz, virane gözle baktığımız yapılar; iyi anlatılıp, iyi sergilenip, bu zamanının nazik, usta insanının katkıları ile çok önemli bir turizm girdisi sağlayacaktır bu acı çeken ülkeye…
Truva antik kenti için 1975 yılında o günün en önemli efsanesini temsil etmek adına bir tahta at yapılmış. Truva antik şehrine giden insanların ilk önce bu at ile karşı karşıya gelmesi, onun yanında fotoğraf çektirmesi, onun içine girip o günün savaş hilesini hissetmeye çalışması çok doğal bir buluşmadır. Çünkü bu efsaneler, bu at hikâyeleri ile büyüdük. 12 metrelik tahta Truva atını da karşımızda görünce; küçük bedenler ile düşünürdük; acaba o zamandan, o antik dönemden mi kalma diye!
Büyüdükçe, zaman içinde Truva antik şehrinin gidişatını merak edip özlemler ile antik şehre geldikçe, bu tahta atın buraya yakışmadığını, eksik bir şeylerin olduğunu fark etmeye başladım. Eksik olan bir şey var ama ne? Kafamdaki eksiğin, eksik parçanın aranması 2010 yılının Mart ayına kadar devam etti. Ta ki 2004 yılında çevrilmiş Truva filminde kullanılmış at heykelinin Çanakkale Şehrine hediye edilmiş heykelini görene kadar!
Truva filminde kullanılan at heykel, şimdi Çanakkale şehrinin hemen sahilinde duruyor. Ne soğuğa, ne rüzgâra, ne de yağmura aldırdım. Bu heykeli iki kez görmeye gittim. Kafamdaki yılların eksik parçası sanki tamamlanmış oldu.
Filmde kullanılan heykeli dağ başında yaşayan bir çobana göster! Der ki; “ bu antik çağdan kalma bir heykeldir.” Ama antik şehri temsil eden 1975 yılında yapılan tahta atı, bir başka dağın çobanına göster! Der ki: “ bu heykel antik dönemin değil, bugünün sanatının ustalık eseridir! “
Nasıl oluyor da, 5 bin yıllık bir tarihi temsil edecek bir heykeli bile önemsemiyoruz? Nasıl oluyor da, eloğlu, bir film için dahi; bir at heykeli yapıyor da, Odysseus’un hilesi gibi bizi kandırıyor?
Dostlarım, Truva filminin ABD’de ki gişe hâsılatı bile 140 milyon dolar. Bir filmi milyonlarca insana satıp, milyonlarca dolar kazanabiliyorlarsa, bu insanların hayatı, sanatı, tarihi ve para kazanacak işlerini ne kadar önemsediklerini göstermez mi? Gösterir elbet!
Efsanelere konu olmuş tahta bir at; belki bugünün gerçeği için önemsiz gibi görünür! İşte asıl sorun; bizim için hiçbir şeyin önemi yok gibi! Eğer öyle olsaydı, ne yılda 5 bin insanı trafikte kurban verir, ne de ölümle sonuçlanmayacak deprem, sellerde insan hayatlarını kaybederdik!
Bu ülkede, imam da, öğretmen de, polis de, doktor da, savcı da, avukat da önemlidir. Ama bu ülkede HALK da önemlidir. Birbirini tamamlayan, birbirini var eden milletin tamamı; bu bütünlerden oluşur… O yüzden tarih de, tahta at da, taş yapı da, ahşap bina da tarih içinden bize bir şeyler fısıldıyorsa, bu ülkeye inanılmaz ve sürekli turizm gelirleri getirecekse; ÖNEMLİDİR… ÖNEMSENMELİDİR…
Güven
Kaleminin yüreğinin gücü hiç tükenmesin ne de güzel demişsin "önemlidir, önemsenmelidir" ama inan arkadaşım ülkemizde başka şeyler önemseniyor mesela cep doldurma gibi...
YanıtlaSilTarihimiz bir yerlerde yok olurken bazıları sadece cebini doldurmakla uğraşıyor. Üzerinden para kazanılan birçok tarihle içiçe olan kent, eser, sur vs. bakımsız halde.
Ah şu ülkemin toprakları gereken önemi görse her karışında öyle çok tarih saklı ki...
Filmdeki bu atı gidip ziyaret edemedim ama diğerine iki kez gitmiştim ve haklısın bu resimlere bakınca mutlaka yer değiştirmeli.
Algılarım değişiyor.Tüm önlemlere rağmen; mutluluk ile mutsuzluğu dengede tutamıyorsak; ve öğrenme çabalarımızı daha da öte taşıyıp,öğrenimlerimizi paylaşacak insanı; gündüz aranan fenerle dahi bulamıyorsak;gelecek de belki de karanlık dönem dedikleri dönemden geçiyoruz diye düşnüyorum...
YanıtlaSilBu kadar bilgi,döküman,araç-gereç ve bu kadar;KISIR BİR DÖNGÜ, anlamlandırıp bu nedir diye bir şey söyleyemiyorum...
Sanırım bize düşen; yorgun ama ümitli, ruh ve bedenen hiçbir zaman doymamış olarak, ama aç olanlarla bir yudum ekmeği, suyu paylaşacak kadar da alçakgönüllü olmaya; devam derim...:))
hemen o at değişmeli eski tarihin dokusunda sırıtıp duruyor tarihi eserlerin restorasyonunda görev alan biri olarak tarihimize sahip çıkamazsak hiç bir değerimize sahip çıkamayız diyorum sevgi ve dostlukla..güven iyiki bu güzellikleri bize sunuyorsun ..
YanıtlaSilEvet Bilgeciğim; hemen değişmeli! Bir kampanya başlatalım.Görmeyen gözleri görmeye davet edelim..))
YanıtlaSilAh, tarih de, futbolun yarısı kadar sevilseydi bu ülkede; aşkın da, öfkenin de, ayrılığında, hayatın da harika bir anlamı olurdu o zaman...
Sevgiler
Güvenciğim yüreğine ve kalemine sağlık ! Ne güzel ve kadar önemli bir konuyu gündeme almışsın.Tarih bilinci eksik olan milletlerde tarih çok daha sık tekerrür eder. Çok önemsenmeli; önce kendimizi,milletimizi,değerlerimizi,tarihimizi; sonra saygı beklemeli elden-elalemden.
YanıtlaSilSevgiler kardeşinden.
önce saygıyı ve saygı ile birlikte önemsemeyi denesek; o zaman aranan sevgi de, önemsenme de çıkar ortaya diye düşünürem Zühreciğim.
YanıtlaSilYeni görünümlü Truva atını ziyaret etmiş biri olarak, filmde kullanılanın hediye edildiğini bilmiyordum. Ne kadar zarif bir davvranış. Buna karşılık bizim de antik kalıntıların girişinde bu hediyeyi kullanmamız gerekirdi. Önemsememe hastalığı var bizlerde, bu çok doğru. Aids gibi korkunç tesirleri olan bir hastalıkta bile, bize bir şey olmaz diyen insan türü var karşımızda(!) :(
YanıtlaSilBir söylendiye göre filmde kullanılanın bir benzeriymiş Sezer. Ama neresinden bakılırsa bakılsın tarihi sevenlerin ürettikleri filmler, maketler, mekanlar da tarihe özgü tarih kokuyor...
YanıtlaSil