BU DÜNYAYA KAZIK
KAKMAK İSTİYORUM!
Ne kadar iddialı bir söz! Sonlu olmanın türküsünü söylemek yerine; “ Belki aradan sıyrılırım!” umudu her insanın içgüdülerinde varmış…
İyi ve kötü diye nitelemekten vazgeçtim! Az veya çok; kandırmacalarına ayak uyduramadım! Özgürlüğü,sınırsızlığın cahilliği olarak göremiyorum! Arayışım odur ki, milyarlık insanın milyonluk kültürlerine açım ben! Bulunduğum yeri sürekli eşeleyip bataklık yapmak yerine, ilerlediğim yerleri patikaya çevirip, insanlığıa doğru küçük adımlar atmanın heyecanını arayan bir gezginim ben.
BU DÜNYAYA KAZIK
KAKMAK İSTİYORUM!
Ne kadar iddialı bir söz! Sonlu olmanın türküsünü söylemek yerine; “ Belki aradan sıyrılırım!” umudu her insanın içgüdülerinde varmış…
KAÇINILMAZ BİR KADER MİDİR GÜÇ TUTKUSU?
(
Vatandaş İçin Medeni Bilgiler )
Güven SERİN
NİÇİN HEP ACI ŞEYLER YAZAYIM?
Sabahattin Ali vahşice öldürülmeden önce yazmış olduğu öykülerden birisi “ Bahtiyar Köpek” isimli öyküsüdür. Öyküsüne başlarken pembe düşlere dalmış dostlarını da göz önünde bulundurarak şöyle söylüyor;
Rumen kökenli, Fransız yazar ve filozof Emil Cioran neredeyse tüm yaşamını kitaplara adamış. Geldiği noktada ölümünden beş yıl önce da yazmaya, okumaya son vermiş. Bunu da şu gerçekliğin hissedişiyle açıklıyor;
“ Tükenmişlik duygusunu hissettim… Evrene verip veriştirmekten bıktım… Çok okudum. Bu bir çeşit firar gibiydi…”
Sabahattin Ali ise henüz yazmanın altın çağlarındaydı. Onun firarı canını kurtarmak için Bulgaristan üzerinden yurt dışına çıkmak-kaçmaktı. Bilmiyordu, çok yazanı ve terazisi hassas olanın dağıtacağı adaletin başına iş açacağını. Sadece başına iş açmak mı, başı ezilerek öldürüldü…
Ülkemizdeki vahşetlerin hep bir karanlık yüzü vardır. Onlarca-sının katili, katillerine bu korkunç cinayetleri ihale edenler bir türlü yüce adaletin karşısına çıkartılamadı…
Düşünürünü, sanatçısını, gazetecisini, yazarını ölüme terk eden bir hükümet, diğer milletler karşısında sonsuza kadar yaralı bir yan-vicdan taşımayı da kabul etmiş demektir…
Emil Cioran; “ Küçük bir kültürün içinde doğmuş bir insanın gururu her zaman yaralıdır.” Sözlerindeki ifadeyi, kendi sanatçısını, düşünürünü koruyamayan hükümetler içinde, onların etkisi altında kalmış olan adalet için de söyleyebiliriz. Eksik kalmış, aydınlatılamamış cinayetler, bizleri ve bizlerden sonra gelenleri yaralı bırakmış ve bırakacaktır…
Daha otuzlu yaşlarda durmadan yazıyor Sabahattin Ali. Kırklı yaşların henüz başında ise yazgısı, başı ezilmesiyle yazarlığı son buluyor. Sanırım, böyle bir şey; küllerinden doğmak…
Bu söz, antik kentler ve geride bıraktıkları eserleriyle birlikte, tekrar tekrar gün yüzüne çıkartılan medeniyetlerin geride bıraktıkları için geçerli görünse de, gerçek manada sanatçı erdemine ulaşmış, sanatın en hakiki besini olan evrenin ölümsüz iksirini içmiş insanlar için, Sabahattin Ali için, Emil Cioran için de geçerlidir…
O yüzden, başını ezdiler, bedenini çürümeye terk ettiler, adını silmek istediler ama bir türlü başarı sağlanamadı; başaramadılar... Neredeyse seksen yıldır kitapları en çok satan, okunan bir yazar; oysa henüz kırk bir yaşında ezilmişti başı; o vakitler bir ıssızlığın içinde, kalleş, hoyrat bir elin sımsıkı tuttuğu kudurmuş bir kaya, sopa ile öldürülmüştü…
Emil Cioran gibi bıkmamıştı yazmaya ve okumaya. Gezmeye, ailesi ile eğlenmeye ise hiç bıkmayacak bir heyecan duyuyor, daha fazla insan, yöre tanımak ve daha fazla öyküyü, edebi dünyamıza pınar tadında suları olan ırmaklar taşımak istiyordu…
Bahtiyar Köpek isimli öyküsünde yufka yürekli dostlarından, insanlardan söz ediyor. Ona;
“ Hep acı şeyler yazıyorsun, artık tatlı, pembe şeyler yaz!” diyen dostlarına şu hatırlatmayı yapıyor; belki de tüm insanlığa yapılan bir uyarı, muhteşem bir kalk borusu çalıyor hiç durmadan;
“ Hep acılardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirini öldürenlerden, doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan mı söz edeceksin? Yazacak, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarında bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen bahtiyar insan yok mu?”
Yazar, yufka yürekli, pembe düşleri olan dostlarını düşünmüş olacak ki, o da onlara kıyamamış; Bahtiyar Köpek isimli öyküsünü yazmış. Eti, sütü, vitamini, minerali, şampuanı ayrı ayrı ve özel bakıcıları olan bahtiyar köpek; ne çok mutluymuş; üstelik de gönlü kederli değil, benzi de soluk hiç değil…
Seksen yıl sonra gelinen noktada aynı öyküler bize bir şey fısıldamaktan öte adeta haykırıyorsa; hak arayanlar sona ermemiş, adalet saraylarının büyüklüğü, sayısı azalmamış, hapishaneler hızla görkemli hale geliyorsa, ne söyleyebiliriz ki, başka bahtiyar köpekleri, kedilerin öyküsün anlatmaktan başka…