20 Temmuz 2018 Cuma

VAKIT HIZLA İLERLİYOR


Kamera; Güven -Gözde Çoban



Kamera; Güven-Gözde Çoban-PERA



Rıza Tan-Buğra Özer-PERA
GÖZCÜ,SON YOLCULUK,HİPPO HİPPO


Kamera; Güven  Rıza Tan-Buğra Özer-
ANİ ÖLÜM


                                                 VAKIT HIZLA İLERLİYOR



  Telaşı var şairini; oysa ölülerin öldüremeyeceğini kendisi söylüyor. Ancak, ölüler, kurt olarak bir elmanın içine girerek öldürecekler inin de bilgisini düşürüyor kendi zamanına. Peki, ama ölü şairler, hep diri kalma hakkını elde etmişse; şiirin notalarıyla, zamanın bütün çarklarıyla baş etmeyi öğrenmişlerse; o zaman ne olacak?

  Burada olan şey oluyor; zamanlar arasına girip, bir yerel gazetenin yazarı da, ölülerin ölmediğinin kanıtıyla, zamanlar arası tünellerde dolaşıp, onların örgülerinden kendine bir elbise dikiyor.

  Şair, Polonya’da, Moskova, Küba, Paris’te! Ancak, yetmiyor ona; edebiyatın, sanatın ve aşkın yücelikleri. Hiç kimseye yetmediği gibi; o da biliyor, hasretler “yudum yudum” içilir… Hatta damla damla geçer insan ruhuna.

  Ölmeden önce iki şeyin unutulmasının mümkün olduğunu duyurur; Şehrimizin ve bir de anamızın yüzü… Yaşam telaşı, bitip tükenmeyen mazeretlerimiz olmasaydı; bol vakit ayırırdık, iki yüzü; anamızın ve şehrimizin yüzünü doyasıya, doymayacak şekilde öpmeye…

  Oysa vakıt hızla ilerliyor. Kirli bilgiler ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Suya giren bir köpeğin, sudan çıkar çıkmaz silkelenişinin bile farkına varmayacak kadar, vakıtın içerisinde, orta çağın karanlık kulelerine hapsolmuş gibi; donuk, silik, çaresiz ve hükümsüz dolaşıyoruz…

 Vakıt hızla ilerliyor. Pere Müzesi, şaşmaz bir şekilde bu vakıtlara sanatları, sanatçıları sığdırıyor. Kapılanın, kalplerinin sonuz şükranlığı içinde; Suna ve İnan… Bedenin bütün hücreleri teslim olmamış daha; sadece köz kapakları oynuyor Suna’nın. Biliyor; vakıtın hızla ilerlediğini ve o sebepten, üretime, değişime, insan ruhuna adanmış bedenlere aralıyor Pera’nın bütün kapılarını.

 Bu aralıktan sanatçıların eserleri sızıyor içeriye. Rıza Tan, Buğra Özer,1250 derecede pişirdikleri kilden heykelciklere ruh üflemekle meşguller. Dört heykelcik; vakıtın ilerlediğinin en yüksek kanıtıyla oracıkta kendilerine düşen görevleri yerine getiriyorlar.

 Heykellerden birisi; Hippo-Hippo ismiyle yer alıyor. Ağzını sonuna kadar açmış Hippo Hippo. Koca alt dişleriyle korku savuruyor etrafa. Diğeri; Ani ölüme kurban gitmiş. Birisi ise son yolculuğa çıkmış. Dördüncüsünün görevi oldukça mühim; gözcülük ediyor; elinde uzun mızrağı; yorgun, kapamaya yazgılı göz kapakları.

 Şairin Saman Sarısının gözcüsü ne yapıyor? Korkuları dehşete dönüşmüş SS SS mangalarının korkularından ateş ettiklerini söylüyor. Hem de hayvanca korkularının olduğunun anlatımını yapıyor.

 Hayvanca korkuların bütünü; yaşamsaldır. Savunma ve öldürmeye meyillidir; ölümün tuzakları, öldürme, hayatta kalma içgüdüsüyle birlikte, başka bir şeye dönüşür; insandan geri bir şeye… SS SS mangaları da öyle yaptı; korkarak, hayvanca korkular saçarak öldürdüler…

  Pera’nın ışıklı, serin ve güvenli ortamında, korkulara savaş açmış bir sanatçı; Gözde Çoban; “ Korkunu Patlat” işaretini veriyor. Grafiti, illiüstrasyon ve tipografi çalışmasıyla; ısrarla Korkunu Patlat, anlamına gelen çalışmasını, kalbin ağzını açıp avazı çıktığı kadar bağırışını betimliyor. Kırmızı bir kalp yüzü; ağzını sonuna kadar açmış ve bağırıyor; Korkunu Patlat! Gözde Çoban’ın ojeli beyaz tenli elinde bir iğne; yüreğine doğru bir hamle yapıyor; bir balonu patlatacak eylem gibi; betimleme, felsefe sanatıyla düşmanı haber vermek için “haberci” görevini üstleniyor.

  Ölüler öldüremez! Oysa vakıt hızla ilerliyor. Şairin görüp de haber verdiği şeytan, Yegellon Üniversitesinde tırnaklarını taşlara batıra batıra dolaşıyor. Tam da o zaman Ortaçağ’dan gelen bir çığlık yükselir göğe. Borazanın gece yarısını gösteren sesi duyulur duyulmaz, gırtlağına bir ok saplanır.

  Düşmanın gelişini haber verdiği için, borazının iç rahatlığıyla öldüğünü söyler şair. Ama acısı başkadır; düşmanın geldiğini haber veremeden ölenlerin acısını düşünür…

 Pera’nın sanatçıları, orada bulunan ve oraya ait eserlerin anlatımı da bir bakıma borazanın haber vermek isteğiyle aynı… İnsanın yolunu aydınlatmak; uyarılarda bulunmak ve sonra gönül rahatlığıyla çekilmek; kimsenin kaçamadığı o büyük dönüşüme teslim olmak…

  Pera’nın geçici sergisinin eserleri, eserlere; yani 1250 derecede pişen siyah kile, şekil veren ellerin ruhunda da aynı şey var. Rıza Tan ve Buğra Özer, dört heykelcikte, gözcü, ani ölüm, hippo hippo ve Son Yolculuk çalışmalarında; şiire, öykülere ve yaşamın içerisine dâhil oluyorlar; yaratmanın, yaratıcılığın düşündürücü, geliştirici iç rahatlığı içinde…

Güven Serin 
  



4 yorum:

deeptone dedi ki...

bunu görmediim ama pera müzesi hastasıyııım :)

Adsız dedi ki...

Yine gören gözünüze, hisseden yüreğinize ve yazan kaleminize sağlık Güven Bey.

GÜVEN SERİN dedi ki...



Bu görmediğin olanlar;son sergi;halen görülmeyi bekliyor Deep:)) Burası,insanı onurlu kılan bir yer;her daim şükran hissiyatı duyumsuyor insan...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Sanem;peşinde koştuğumuz şey;ne çok ve insanın yetmezliği,yetindiği ne az şeyler...Bir bilmece misali;büyük koşudan sonra büyük arınma telaşı...