5 Şubat 2018 Pazartesi

TEKİRDAĞ ve MARTILAR(Hoşça Kal Nigel...)


Sümsük Kuşu Nigel...

Artık onun da bir hikayesi var;mitlere benzeyen bir öyküsü...


MARTILAR ve TEKİRDAĞ
-------------------------------------


  Bir Pazar günü daha yaşanıyor Tekirdağ’ın sınırları içinde. Özgürlüğümüz karşımızda uçuşun martılara endeksli; gitme, koşma, uçma ihtimallerini zamana ve düşlere yayma uğraşında geçen nice Pazar günü ve diğerleri…

  Dışarıda deli gibi esen Lodos… Denizin; yani dibini, yüzeye taşıyan dalgalar martılar için iyi fırsat. Zaten martılar fırsatları her daim kollayan hayvanlar…

  Beslenme çığlıkları ve lodos; düşünce çığlıklarıyla başa baş bir gün sürümü… Cafe de Marin’in rahat koltukları, büyük camları, denizin dibinde ki mesafesi; yeryüzüne yayılan suların kenarında istediğin düşe dokunma fırsatı veriyor insana.

  Sadece suları; Cafe de Marin’in önünde ki suları izleyerek gezebilirim tüm dünyayı. Doğu yönüne gidersem; İstanbul Boğazına, Karadeniz’e varacağımı biliyorum. Güney Batı yönüne gidersem Çanakkale Boğazına; Ege, Akdeniz ve derken; Atlas veya Hint Okyanusuna yönelebilirim.

 Oradan da; Büyük Okyanus derken Yeni Zelanda Adalarına… Yeni Zelanda’da bir küçük ada: Mana Adası. Martılara benzeyen bir kuş yaşıyordu bu adada. İsmi Nigel. Tüm dünya onu tanıdı. Ama nasıl? Ölümüyle…

  Sadece ölümüyle mi? Hayır! Adaya konulan sümsük kuşu heykellerinden birisine âşık olmasıyla ünlendi. Üç yıl taş bir sümsük kuşu heykeline kur yaparak geçen ömrün sonu ve nihayetsiz bir aşkın hazin öyküsünün bitişini; parkın bekçisi tarafından duyurulmasıyla öğrendi dünya.

 Oysa sümsük kuşuna benzeyen binlerce kuş uçuşuyor Tekirdağ sahilinde. Lodos denizi, denizin besinlerini yüzeye taşıdıkça onlar da kıyıya yakın uçuşuyorlar. Kanat çırpmamayı, rüzgârın taşıma etkisini çoktan öğrenmişler.

 Herkes martıların fotoğrafını çekiyor. Lodosun güzel nimetlerinden faydalanmaya gelen ve bir isimi bile olmayan binlerce kuşun fotoğrafa yansıyan etkisi; arka fonun ve bizim becerimizin kuvvetlendirici yanından başka bir şey değil.

 Ne zaman ki bir olay, bir canlı edebiyatın konusuna giriyor; işte o zaman hikâye yazılmaya, hatta destansı bir hal almaya başlıyor. İsim konuluyor. İsmi, Nigel. Bir göç hayvanı; kuşu. Yeni Zelanda da Mana isminde bir adaya geliyor. İlk karşılaştığı şey; adaya sümsük kuşlarını çekmek için konulan taş kuş heykelleri…

 İşte o heykellerden birine vuruluyor. Vurgun yiyor; anlayacağınız! Üç yıl sürüyor kur yapması. Ama eş, sevgili, yar sandığı taştan hiçbir şey çıkmıyor. Ve bir gün; üç yıl sonra; tüm dünya şu haberle tanışıyor; Yeni Zelanda Mana Adasında yaşayan Nigel isminde ki sümsük kuşu öldü.

 Bir ölüm; bazen milyonlarca ölüme, hüzne, acıya, sabra, yorgunluğa ve bitkinliğe ne kadar da iyi geliyor. Milyarlarca çırpınışı, telaşı, gürültüyü bir anda dağıtan şey; küçücük bir kuş; sümsük kuşu; onun içgüdüleri veya ibret sel vefası…

Güven Serin 


Hiç yorum yok: