10 Ocak 2018 Çarşamba

MEÇHUL AŞKIN KARŞISINDA DURAN KÜÇÜK KIZ






                      MEÇHUL AŞKIN KARŞISINDA DURAN KÜÇÜK KIZ



  Şairliğe özenen bir ansan! Kuytu köşeleri sevdiği kadar, canlı, neşeli, sesli yerleri de muhtaçlık içerisinde selamlayan bir büyük çocuk…

  Aylardan Ekim; doğduğu zamanlar; bir yolculuğun başlangıcıyla Haydarpaşa’nın hareketli, gürültülü ve sığınılan vagonun sıcaklığında, trenin lokantasında, masanın üzerinde duran bir mendile yazdıklarında arıyor meçhulü;

“Günlerden hangisiydi bilmiyor hatta bilmek istemiyorum.
Meçhule gider gibi gidiyorum, ayaklarımın basmadığı,
Yabancı illere…”

  Zamanlar birbirine karışıyor. Geçmişe süzülüyor bir küçük kızın silueti. Gölgeler, çizgiler ve şair bir kızın seslenişi;

  “ Bakıyorum mutlusunuz beyefendi/Yüzünüzde inanılmaz bir tebessüm var/Huzurlu görünüyorsunuz/Ve mutlu…”

  Oysa yakalayamazdı onca insan, şairliğe özenen adamın içsel mutluluğunu; bu küçük şair kızdan başkası. Devinimi, içindeki bütün hüzünlerin değerli oluşunu, bir o biliyor sanıyordu! Oysa denizin kıyısında, bir çizgi, gölge tenhalığında, taze bir sesle dile getiriyor; benliğini okurmuşçasına küçük şair kız;

“ Sanki mutluluğun formülünü bulmuşsunuz gibi/Her gün kahkahalar atarak gülüyorsunuz/Bir çocuğun gülümsemesinin sebebi/Yolunu kaybetmiş bir gence umut oluyorsunuz.”

  İçtenliğin formülleri böyle başlar. Bir öncünün mum ışığını, güneşe uzanacak bir patika sanıp, edebi dünyanın yüksek duygularına, sürekli kaynayan kazanından bonkörce aldığınız birkaç kepçe övgünün zararsızlığına, bir aşçı titizliğinde uzanıyor küçük şair kız…

  Şairliğe özenen adam, rayların gürültüsünden mi, yoksa iç seslerinin karışan zamanlara aldırmayışından mı; bilinmez bir şekilde, trenin lokantasında hemen elinin altında ki beyaz mendile yazmaya devam ediyor;

“ Belki bir süreliğine yosun kokusunu, martı çığlığını duymayacağım/Kim bilir, belki bir süre, ümitlere ve hayallere de dönmeyeceğim/Umut taşıyan rayların üzerinden geceyi yırtan bir sesle geçeceğim.”

  Büyük İstanbul’un sonsuza uzanan semtleri arasından geçiyordu tren. Karanlık anlardan çok semtlerin ışıkları, şaraplen parçaları gibi çarpıyordu vagon camlarına ve şairliğe özenen adama!

  İç içe karışmış zamanlar; gelecek zamanın içerisinden süzülen genç şair kız, özenti karışık sevgiyle tutunuyordu şairliğe özenen adamın yazgısına;

  “ Geceleri sahil kenarında kitabınızı açıp/Denizin dalgaların huzurunu buluyorsunuz/Peki beyefendi, niçin? Niçin insanlara yardım ediyorsunuz? Beyefendi, niçin siyah beyaz hayatınızı renklendiriyorsunuz? “

 Zamanlar birbirine karışmıştı. Coşmuştu raylara tutunmuş, şehirleri birbirine ekleyen çelik, demir vagonların lokomotifi. Tam da oradan, şairliğe özenen adamın, hayalinde ki karanfili uzatacağı yerden geçiyordu;

“ Açık olacak vagonumun penceresi/Ve elimde olması gereken bir demet karanfil olmayacak/İçimden yanacağım/Karanfil vereceğim; sevgilinin durduğu yeri boş görünce.”

Birbiriyle ekli vagonların en sonuncusuydu durduğu, yazdığı, içkisini yudumladığı yer. Yataklı trenin vagonu, eklenmiş zamanlar misali, geçmişin, şimdiye ve geçmişe uzanan yaşam alanları…

  Biranın, kahvenin, Arnavut ciğerinin, zamanların birbiriyle olan kavuşumlarına dem vermiş edebi düşüncenin sınırsızlığında, tazeliğinde şafağın; başkente ulaşmıştı şairliğe özenen adam…


 Güven Serin  

3 yorum:

Olcay dedi ki...

Yaşamsal fark ediş ne hoş;

Sözcükler, biçimler önemini yitirdiğinde; renklerin, seslerin, bütün bu formların ve araçların ardındakine erişilebilindiğinde ortaya çıkabilen şeydir gerçek sanat…

İşte o zaman başka ve çok farklı bir enerjinin akışa geçtiği farkediliyor.
Bu da bir bakıma sıradan aklın ve tekdüze zihnin ötesine geçiştir sevgili dostum...Oldukça hoş bir sentezleme olmuş...



Esin Bozdemir dedi ki...

Tren yolculuklarının yeri bir başkadır hep. Ne, otobüste, gemide, ne de diğer vasıtalarda, bu denli yoğun bir şekilde; yolculuk içinde yolculuklara çıkabilir insan. Metaforlar ve imgeler arasında savrulurken belli ki, genç şair kız da, karşısında duran şair adam da coştukça coşmuş :) kutluyorum; gündüzün ve gecenin içinden bir su gibi 'ırmak' gibi akan, hassas ve duygulu 'serin' leri. Yüreğinize,kaleminize sağlık Güven...

GÜVEN SERİN dedi ki...



Teşekkür ederim sevgili dostlar;var olun...