15 Ocak 2018 Pazartesi

DANZEL WASHİNGTON'U DUYDUM





DANZEL WASHİNGTON’U DUYDUM
----------------------------------------------

  Ünlü bir insan; sinema oyuncusu! Barbaros Tapan’ın köşesinde, röpertajında insanlık çağrısı yapan peygamberler kadar gerçek, manedar bir sesleniş yapıyor.

  Annesinin ısrarla “ Basit yaşa! “ demesiyle şekillenen bir insan! Gösterisini; kazandıklarının büyük çoğunluğunu yardım kuruluşlarına vererek, yönlendirerek yapıyor.

  Bütün bu anlayış, gelişmeler bize neyi gösteriyor? İnsanın huzuru, mutluluğu için saraylara, ordulara ihtiyacı olmadığını, muhtaçlığı olan asıl şeyin saf sevgi ve yeterli olacağına inandığımız kadar; mal-mülk…

  Bir arkadaşım; neredeyse tüm yaşamını titizlik üzerine inşa etti. Kılı kırk yaran anlayışını büyük bir insan algısı sanıp, yaşı ilerledikçe çevresinde ki insanlar daha da azaldı. Kırdığı kalplerin kırılan tarafına yönelmek yerine, kendi haklılığıyla kupkuru bir krallık yarattı.

 En son ziyaretimde, hasta haliyle dahi bu anlayıştan kurtulamayış oluşunun gerçek sebeplerini anlamak için kâhin olmak gerekmiyor. Çocukken şekillenen karakterler ve insanın kendi yazgısıyla birlikte diğer insanlara, canlılara dahi etki edeceği birliktelik, içinde ki saklı hazineleri; eğitim, öğretim ve araştırmalar sayesinde daha da netleşiyor.

  Oscar ödülünü kazanmış sanatçı, en iyiyi ararken, en iyinin hiçbir zaman bulunamayacağı üzerine karar veriyor. Ayrıca başkalarının da iyi olması için onlara yardım etmesi üzerine bir yaşam süreci başlatıyor.

  Kazanıyor ve paylaşıyor… Dünyanın yaşı-başı; birçok insanın aklını kaçırtacak kadar eski! Yaklaşık olarak 4,5 milyar… Hangi süreçlerden geçti, hangi uygarlıklara ev sahipliği yaptı? Uygarlıkların çöküş sebepleri sadece doğal mıydı? Sosyolojik etkenler bu çöküşlerin kaçta kaçını ilgilendiriyordu?

 Ortalama insan ömrü; 70–80 yaş… Yani yıl… Evrenin yaşını, dünyanınkini düşününce, insanın yaşından söz etmek; anlama açısından önemli! Yani, bütün telaşların, korkuların, soylu güç gösterilerinin en hakiki sınırı; 70–80 yıl…

 Son nefesin son çığlıkları atılıyorken birçok şey anlaşılıyor. Anlaşılmasa dahi sonlanıyor. Bizim büyüttüğümüz, süslediğimiz bütün anlamlar değerini yitiriyor…

  Öyleyse; bu dünyanın verimliliği, insanın yarattığı iyi olma çabaları, kavramları; insan ruhuna da iyi geldiğine göre; korkunç bir bataklık, karanlık, dövüş yaratmak; ne akılcı! Ne de ahlaki ve vicdani bir şey…

  Burada ki asıl sorun; inancımız? Tam olarak neye inanıyoruz? Allaha olan yönelişlerin hemen hepsinde büyük tapınaklar, camiler inşa edilmiş. Buralarda; gülsuyu, tütsü kokuları yayılmış mekândan öte, evrenin her yerine.

  Mimari, mühendislik; ibadethaneleri aydınlatan gün ışığı, her şey insan eliyle, aradığımız şeye ulaşmak, onu anladığımızı daha anlaşılır hale getirmek ve onun gücü karşısında bizim sınırımızı çizmek olduğuna göre; bu çizgilerin, insana, doğaya; tüm yaşama olan inancımız, sevgimiz; niçin eksik?

  Bu kadar söz, ibadet? Bu kadar kurban? Korku? Günah ve sevap? İnsan, geldiği süreçte ve bu sürecin yolculuğunda her daim kendi yanılgılarının, zaaflarının, egolarının kurbanı olduğu da bir gerçek! Daha fazla kazanç! Daha fazla güç! Daha fazla; İNTİKAM!

 Ve sürekli artan sınırlar! Soru işaretleri hiç bitmeyecek; belli; ta ki insanın büyük göçüne, nadide ve kıt hale gelişine kadar…

 Güven Serin 

Hiç yorum yok: