9 Aralık 2017 Cumartesi

YAŞAYAN ANILAR


YAŞAYAN ANILAR
------------------------------

  Adı üstünde; anı! Geçmişte kalan yaşanmışlıklar değil midir? Öyledir elbet. Öyleyse? Anlatayım; beyin hücrelerimiz; yani nöronlar, bütün yaşanmışlıkları depolamak; hatırlamak için insan yolculuğuna çıkmıştır.

 İşte bu hatırlama, düşünceyi, icatları, insan psikolojisi, sosyolojisini; insanı tanımladığı gibi, insanın gördüğü her şeyi da tanımlayıp çeşitli kavramlara dönüştürür. Tam da burada; bütün tabiat önem kazanır; şiirsel, masalımsı sahiplenmelerle birlikte, ilmi, ticari sahiplenmeler ardı ardına gelir.

  Bir taraf yıkmayı yaratıcılık görürken, diğer taraf; var etmeyi, var olanı, koruyup kollamayı; büyük bir içtenlikle onla birlikte yaşamak ister çok kısa olan zavallı insan ömrünü.

  Yaşayan anılar; bu güne kadar doğal gözlemlerim, deneylerim sonucu ortaya konmuş, birçok gerçeğe dayalı bir ifade, sahiplenme biçimidir. Yani, anıları öldürmemektir… Öldürmek, fiilinden, unutmak anlamını çıkartmıyorum. İkide birde ortaya döküp, her döküşte, anıları anı olmaktan çıkartıp, mitolojik bir kahramana dönüştürme gayretlerinin boşa gitmesinden söz ediyorum.

 Hani, Homeros olsak; her birimiz bu düşüncelerle, Sokrat’ın felsefesiyle yıkanmış değiliz; o yüzden, anıların yaşatılması, edebi, sosyoloji ve sevginin işidir. Yerli yerinde depolanırlar; en kıymetli bütün hazineler gibi; arıların, arı kovanını sürekli temiz tuttukları gibi temiz tutulurlar.

 Bunu yapan kimdir? İnsandır! Anıları oluşturma becerisine sahip ve onları, gayretsiz, sanatsız, savunmasız bırakamayan; sanatıni, ilmin, halk sosyolojisinin bildik bütün marifetleriyle donatan insandan söz ediyorum.

 Yaşayan anıyı daha ilk duyuşunuzda bile anlayabilirsiniz! Çünkü o telaşsızdır. Reklâmsız, kuşkusuz; tabiatın, felsefenin; evrenin ta kendisidir. Coşması gerektiği zamanlar; yeni evrenler oluşturmak için coşar ve sonra; ağır ağır süzülmeye bırakır kendini. Yanardağın lavlarının tabiata teslim oluşu gibi; önce en küçük eğrelti otlarına ve sonra; ormana, ormanın o harika hayvanlarına, böceklerine dönüşür.

 Yaşayan anının korkusu yoktur; hatırlanacak diye. İkide birde sipariş gibi sürülmez; piyasa malı değildir; katiyen…

  İçinde o kadar çok şeyler barındırır ki; bir yeraltı ırmağının sessiz, duru akışı, coşkun bir Meriç nehri…

  Balkanların masalımsı siluetinin yanında, Kaz-İda Dağlarının çam kokularından Sarı Kız efsanesine kadar; her şey, yaşayan anılarının içinde; Homeros, Dante, Cervantes, Yunus, Mevlana, Pir Sultan; daha niceleri; bilirler yaşamanın ölümsüz olanının, anılara katkı yapmaktan geçeceğine; döngünün böyle sürüp, böyle kan dolaşımı yapacağına; baştan beri inanmış ve adanmışlardır…

 Güven Serin 



Hiç yorum yok: