3 Kasım 2017 Cuma

TAŞ BİR KULE




TAŞ BİR KULE

  Bir kule; bildiğimiz gibi; taştan ve üzerinde ki şapkaya benzeyen kırmızı damı. Bu kulenin bir farkı; gözetlemek amaçlı değil. Düşünmek, düşünceye yön veren şeyi; yazı sanatını ortaya çıkartmak amaçlı kullanıldığı için ünlendi ve şenlendi.

  Burada, Montaigne’nin Denemeleri yazıldı. Dünyanın, insanın sırrını arayan bir düşünürün, şairin diğerlerinin aradığı şeyi araması…

  Giriş katı; dua odası; orta katı kütüphane ve yazı masası, en üstte ise yalnız bir döşek; yatmak için. Belki de arınmak; insanı süsleyen şeylerden; gösterişten, mülklerden veya bedene hapsolmuş ruhu kurtarma çabaları…

  Montaigne’nin yaşamı birçoğumuza göre; “tuzu kuru” yaşam algısıyla kesişse bile, düşüncenin erdemi, sırrı hemen her yerde ortaya çıkabileceğini gösteren kanıtlarla doludur. Bir bakmışsınız hiçbir şeyi olmayan Sokrat’da, her şeyi olan Goehte’de veya Montaigne’de, taş bir kulede sürgün verir yeryüzüne.

  Latin şair, Vergilius’u unuttuğumu sanmayın. Bizim Orhan Veli’yi, İlhan Berk’i, Cemal Süreyya’yı, Nazım Hikmet’i de…

  Taş kulenin tavanı, yıldızlarla süslü. Açık bir gecenin parlak yıldızları! Neyi anlatıyorlar; hangi denemenin izdüşümü onları oraya monte etti? Sonsuzluğa açılan kapının penceresine bakma isteği? Yoksa düşünce de sonsuzluk gibidir; her daim gelişmeye, yol almaya devam eder. Korkmayın!

  Taş kulenin ağır kapısı gıcırdıyor içeri girerken büyük düşünürü. Onu orada ağılamaktan, onunla konuşmaktan dolayı ses veriyor.

 Başka bir ses daha duyuluyor, daha kuzeyde, daha soğuk yellerin estiği yerde; İrlanda da;

“ Artık ağlama, yaslı çoban, artık ağlama/Yas tuttuğun Lycidas ölmedi, zira/Sudan örtünün altına batmışsa da…”

Güven Serin 

Hiç yorum yok: