7 Eylül 2017 Perşembe

ONURSAL MAKAMLAR




ONURSAL MAKAMLAR
---------------------------

  Bir yazar, onur adına, nice insanın peşinde koştuğu itibar adına şöyle söyler; “ Onursal makamlar ancak budalalar içindir.”

 Oysa tüm yaşamımız içinde biricik mücadele, koşumuzdur onurlu bir makama ulaşmak. En çok alkışı alan müzisyen… En çok kitabı satılan yazar… En çok seçilen siyasetçi… En çok kazanan iş insanı… En büyük ödülü hak eden, sinema yönetmeni, oyuncusu…

  Sözcükler karmaşası, aklın tabularını, kabuğunu kırmaya başlamasın bir kere! Yazar, Ellas Canettı, söylemini daha da ileri taşıyarak;

  “ Onursal makama düşkünlük, ulaşmak, utanç yaşamak, onurlar içinde yaşamaktan daha iyidir; saygınlık olmamalı, ama ne pahasına olursa olsun, özgürlük olmalı, düşünme özgürlüğü. Onurlar duvar halıları gibi gözlerin ve kulakların önüne asılır. Artık ne gören kalır, ne duyan; düşler, onurlar içerisinde boğulur, verimli yıllar da kuruyup gider.”

 Çok ince bir nokta; tam da kırılma anı gibi bir şey… Yazarı anladığımı, anlaşılır olduğunu söylemek isterim. Peki, ama bunca onur yazısı; itibar arayışı, eşelenmesi ne olacak? İnsan, onurlu bir makama sahipken, utanç içine düşme adaletini niçin istesin?

 İşte, tam da büyük an burası. Bir filmin ismiyle bile ne çok şey anlattığını, burada hatırlatmak isterim; Burjuvazinin Gizli Çekiciliği; Luis Banuel’in 1972 yılında çektiği önemli sinema eseri.

 Onurlandırılmanın, ince, görünmez tesirlerinin insan ruhuna; zarif düşüncelerine yapacağı tesir… Hep böyle olmamış mıdır?

  Muhalif nice insan, hükümdar kılığına girince; onurlandırılınca, nice utanmazlıkla suçlanan insanları bir kenarda unutup, tanrısal lütif1lar içine girme cesareti, içgüdüsel saplantılar içinde kuruyup gitmemiş midirler?


 Güven Serin 




2 yorum:

YAŞAM KIVILCIMIM dedi ki...

"Evet. her daim öyle,
hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında.."

Başkalarını etkilemek için oyun oynamak, başkalarından onay almak için kendisini açıklamak zorunluluğu hissetmek.
Aslında ölümün aşıkar olduğu yerde, yaşamın kendisine en büyük haksızlık değilde ne ?
Eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Yoksa körü körüne bir şeye inanmak onu değerli ve ahlaklı yapmaz.
İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar.
Basitçe “her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız, anlaşmak zorunda değiliz” demek ne hoş olur değil mi sevgili dostum?

Olcay


GÜVEN SERİN dedi ki...


Kesinlikle öyle;çok teşekkür ederim...