9 Mayıs 2017 Salı

KIŞKIRTMA




KIŞKIRTMA…
--------------
  
Bu sözcüğün temize çıkması, kendini savunması çok zor gibi görünüyor. Her daim, kötülüğe yazgılı gibi…

  Sözcüğe can ve akıl verilse, kendini “hadi savun” denilse; kimleri seçerdi? Elbette, yazarları, şairleri, filozofları seçerdi. Ancak, onlar kurtarırdı onu düştüğü bu büyük kâbustan…

 Oysa edebiyatın kadim elleri dokunmaya görsün; nasıl da sımsıcak sarar insanı; kışkırtmanın dişil çağrısı. Yine eyleme dönüktür; kötücül olmayana… Tuzak kurmayana… Ahenk, tonlama bütünlüğü içinde, şiire, anlatıma; köyden kente, kentten ovalara, dağlara, bayırlara heveslendirmeye yöneliktir.

  Edebi dünyanın iz bırakanları düşündüğünüzde, en kötücül sahneleri yaşayan Veysel’i düşünün! Onun kışkırtılması, terk edilmişliğe duyulan öfke değil; bilakis; Uzun İnce Bir Yolun sonsuza açılan kapılarına dönüktür. Kör oluşu, kara bir baht değil; Kara Toprağın hayat sunuşuna, büyük bir anlayış gösteriştir.

 Ya Borges? Körlüğü kalkan olarak kullanmış, kışkırtmanın içe dönük hastalığı değil, ailesinden-genlerinin ona taşıdığı bu geçişi, kaderin kaçınılmazlığı, yazgının bir lütufu gibi kabul etmiş…

  Okuyamamanın, görememenin belli bir yararı olduğunu, okumayınca zamanın başka biçimde akışına tanıklık ettiğini anlatmaya çalışmıştır

 Onu anlatanlar; körlüğün onu, bitişe, sona hazırlayan bir kışkırtma değil, tam aksine koruyucu bir kalkan, şaşırtıcı belleğinin daha bir ortaya çıkışı olduğunu izah ederler.

  Cemil Meriç’in körlüğü de böyledir; körlük, pes etmeye yazgılı bir kışkırtma değil, dinlemeye, anlatmaya ve dersler vermeye geçiş; yaşamın ikinci bölümü veya yepyeni bir anlamı gibi, edebi dünyamızın içinde yer almasına hak kazanmıştır.  

 Güven Serin 




Hiç yorum yok: