14 Şubat 2017 Salı

VATANA İHANET...






                                                 VATANA İHANET



 Son zamanlarda sıkça rastladığımız sözcüklerden bıktırıcı olanıdır; “ İhanet” kelimesi… Eğriye de, doğruya da, sıkça söylenen, yerli yersiz kullanılan bütün sözcüklerin kıymetten düştüğü bilinir.

 Oysa bunca büyük, zorlu süreçlerden geçmiş, millet olmayı, vatan için canını vermeyi çoktan içselleştirmiş bir ulusun bu tür düşüncelere, kalıplara çok kolayca teslim olmaması gerekir. Can sıkıcı, mide bulandırıcı ve güzel vatanın paha biçilmez değerlerini inciticidir…

 Bütün mesele, yüce kanunların şaşmaz adaletin sağlamlığında gizlidir oysa… Sokrat ile Thomas More’nin yazgılarının ortak yanı çoktur. Oysa birbirinden neredeyse 2000 yıl arayla yaşamışlar. Yaşamların zamansal uzaklığı, birbirine yakın ve ortak olgu ve olayları engelleyemiyor.

 Sokrat, felsefeye, adalete inanmışlığı kadar; Thomas More’nin adalet ve dinine bağlılığı; en hassas terazi tartımındaydı. Her ikisi de bu inanmışlıkları sayesinde canlarını, hiç korkmadan, çekinmeden; cellâtlara teslim etmişlerdir.

 Sokrat, bir tas baldıran zehrini çoktan inandığı, bilgi ve adalet için; kutsal bir içecek niyetine içerken; sevenleri, karısı, oğulları yetmezmiş gibi; cellâdı da ağlıyordu. Thomas More de başı vurulacak kütüğe dokunacak cellâdın baltasına teslim olmadan önce cellâdına bahşiş verir ve seslenir; “ İşini iyi yap, korkunu, çekingenliğni at üzerinden!”

  Sokrates’in ölümünden bu yana 2400 yıl geçti. Onu vatana, yani ülkeye ihanetle suçlayanların kemikleri, ruhları, hatıraları çoktan çürüdü. Ya Sokrat? Dünya felsefesinde başköşeye oturma onuru yaşıyor.

  Thomas More’nin ölümünden ise 480 yıl geçti. More, ölümünden 400 yıl sonra 1935 yılında Papa XI. Pıus tarafından aziz ilan edildi. Azizliğin dinsel boyutu Papa ve Vatikan açısından önemlidir şüphesiz… Bir başka önemli olan da Thomas More’nin şaşmaz adalet düşkünlüğüdür. Hepimizin, bütün insanlığın içten içe, gizliden gizliye düşlediği ve HAK ettiği şey…

  Kimseye haddini hatırlatacak hakka sahip değimli. Böyle bir hakkı da kendimde görmüyorum. Hukukun, adaletin hakka ve adil olmaya düşkünlüğünü ise herkes gibi bende istiyorum.

 Bu kadar çok kullanılan ihanet sözcüğünü krallar da çok severdi. Sıkıştıkları zaman her daim başvururlardı bu tür söylemlere.

  Tam da burada Thomas More girer devreye. Tanrıya tüm hücreleriyle bağlı olduğu kadar, insanların arasındaki haksızlıkları, haklı olanın lehine çözümlemeye adanmış, iradesinden, değerlerinden bir milim şaşmamış hukuk insanı…

 Eserinde; ölmeden önce kapandığı yazgının yazma halinde şu şekilde izah eder kralları;

“ Krallar yalnız savaş düşünürler, bense bu sanatları ne anlarım, ne de anlamak isterim. Yalnız barışa yararlı sanatlar kralların pek umurunda değildir. İş yeni ülkeler kazanmaya geldi mi, bütün yollar iyidir onlar için; Din, iman, akıl dinlemezler; ne günaha girmekten çekinirler, ne kan dökmekten.”

  Batı düşüncesi, bilimi, teknolojisi tüm dünyayı etkilemeye ve öncülük etmeye devam ediyorsa; baştan beri en adil, en ahlaksal olanı yaşadıkları için değil; akıl almaz vahşetlerine karşı çıkan, edebi, felsefi, dini, hukuksal KAHRAMANLARI oldukları içindir.

  Thomas More sadece İngiltere’nin evladı değil, tüm insanlığın evladıdır artık. Korkmadan söylediği kaleme aldığı tespitleri bugün bile, ayır da geçerliliğini koruyacaktır;

“ Bu korkak ve kuşkulu politikacılara göre devletin güvenliği hep silâhaltında tutulacak, büyük, zorlu, savaş görmüş kimselerden kurulu bir orduya bağlıdır. Halk arasından toplanacak askerlere güvenmezler. Savaşları da nerdeyse askerin görgüsü artsın diye yaparlar; Sallust’un dediği gibi, bu koca insan mezbahasında askerin yüreği ya da barış yüzünden yumuşamasın diye.”

  Sözüm meclisten dışa… Kendini her daim yenileyen, tarihin, coğrafyasını bildiği kadar, dünyayı, komşu ülkeleri, onların sosyal, kültürel ve hukuki yaşamlarını tanıyan politikacılara ihtiyacımız var. Ucuz sloganlara teslim olmamış, olmayan… Bölgesel, kırılgan düşünmekten çok öte; kendi sınırlarına saygı gösterirken, dünyaya da aynı ulvi saygıyı besleyen…


 Güven Serin 



2 yorum:

Olcay dedi ki...

Sevgili Güven, Henry Miller' in bir seslenişi vardı, müsaadenle ''"Zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş insanlar vardır. Yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak; sürgünler, gönüllü sürgünler. Bunlar her zaman da duygusal değildir; belirli bir şeye ait değildirler yalnızca -yani hiçbir yere ait değildirler." derken, anlattıkların da aslında hiç kimseye ait değildiler. Yalnızca adaletin, hakkın yanında olmayı seçmişlerdi. Çok değerli bir eser olmuş, teşekkür ederim emeğe,sorgulayan bilince...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkür ederim sevgili Olcay;bilgi,görgü insan makinesinde çok güzel işleniyor;durmak bilmiyor nöronlar...