27 Şubat 2017 Pazartesi

AYTEN'İ MARKİZ'DE VURDULAR




  AYTEN’İ MARKİZ’DE VURDULAR
--------------------

  Kim di bu Ayten? Şairin hülyası, yaşı geç olduğu için ulaşamadığı genç aşkı mıydı; aşkından habersiz olan Ayten?

  Vurulmuştu Ayten bir kez? Yerlere düşmüştü. Vurguna dönen şairin kendisi tarafından… Oysa bu besteyi yapan şair, birinci vuruluşu olmayacaktı bu şiirsel acıklı tören. Oğul, Vedat’da vuracaktı; Ayten gibi Markiz’de değil; Markiz’den aşağı uzanan Galata Kulesi’nden boşluğa bırakacaktır kendisini; yaş aralığı yirmi üçünde…

  Bilmek istediğim, bilmekten korktuğum Markiz’e bir kez daha yaklaştım. Kapalıydı; Ayten’in ölümüne; öldürüşüne mi ağlıyordu; yoksa büyük oğul Vedat’ın yirmi üç yaşında tükenişine… Tadilat mazereti yapışmıştı yüzüne Markizin. 1,5 asırlık yolun yolcusu; önce Lebon, sonra Markiz…

  Ve Ayten yoktu artık Markiz’in loş salonunda. Galata, yas tutmuyordu Oğuzcan’ın son ana kadar süren acısına; ne Ayten’in, ne de Vedat’ın…

  Ayten diye tutturan Ümit Oğuzcan; şiirin mabedine, ne büyük bir çizik attı; Ayten’in kanı, Vedat’ın tükenişi; sevmeye olan tutkusu ne büyük ödüldür edebi dünyanın kendisine…

Güven Serin 


23 Şubat 2017 Perşembe

CHARLE CHAPLİN





CHARLE CHAPLİN
----------------

  Bazı insanlar güldürmeye adanmıştır. Genetiği, mizacı, yazgısı eninde sonunda; acıları katmer katmerken, o güldürmeye adanmıştır. Belki bir kurban… Veya bir aziz, derviş…

 Böyle bir sahne yaşanıyor Chaplin’in olduğu yerde;

“Benim yaşıma gelince, hayata dört kolla sarılacaksın!

Niye?

Oyunun bu sahnesinde, yaşam bir alışkanlık oluyor.”

 İntihar etmeyi başaramamış, hayata küsmüş bir sanatçıya sesleniştir, olgun yaşa gelmiş erkeğin içindekiler. Yaşamı yorumlayışı, algılayışıdır. Birkaç sözcükte yaşamı anlatışıdır; anlamak isteyen, bir parça yaşam yeşermesi olanlara iyi de gelir…
  

 Güven Serin 




22 Şubat 2017 Çarşamba

PASAKLI KONTES



Alkışlarla...



PASAKLI KONTES
-----------------

  Süleymanpaşa Alternatif Sahne Günleri; bir Süleymanpaşa gecesiyle birlikte başladı. Ahmet Erensoy Gençlik Merkezi; yeri, üniversiteye yakınlığı, Cumhuriyet Halk Partisi Belediyesinin gençliğe olan inancını gözler önüne sermek, Belediye Başkanının, Yardımcılarının ve bu başarıya isimlerini buraya yazmaktan onur duyacağım isimlerin katkısının büyük olduğunu düşünüyorum.

 Ekrem Eşkinat, Gülferah Güral, Cihat Akçakaya, Burhan Şeşen… Alkışların bir bölümü sizlere…


  Pasaklı Kontes rolüyle bunca zamandır erkek egemenliği altında doğmuş ve yürüyen tek kişilik etkinliğe hayat veren Özlem Aktaş’ı kutluyorum. Büyük irade, koşu ve cesaret; bunca baskının karşısında durup, sahnelere çıkıp, kendini komedinin içine alıp gülümsetmek, irdeletmek ayrı bir zanaat ve sanat…

Güven Serin 

21 Şubat 2017 Salı

EMRET FÜHRERİM


Sophie Scholl 
22 yaşında,gerektiği zaman bir insanın,gençlik
düşlerini,hayallerini yok sayacağı çağda,
giyotine gönderildi. 
Niçin? Führer'in saf ırk kandırmacasına
inanmayın eylem yaptığı,halkını
uyanmaya çağırdığı için...


Sophie Scholl

İnsanlık onuru,itibarı;bir genç kazın zamansızlığa
adanmış en hakiki baş eserden daha başeser 
duruşuyla onurlandırılmıştır.

EMRET FÜHRERİM
-----------------

  İnsanın insanlığa olan borç ödemesi midir savaşlar? Yoksa ileriye, değişime ve daha barışçıl zamana geçebilme kanlı pasaportları mı?

  Her devrin kendi ölümleri vardır. Ülkesi, onuru, çocukları, halkı için ölümü anlarım! Şanlıdır… Karşı çıkılmaz bir saygınlığı, onuru hak eder; tüm uluslar, anlayışlar için…

  20.yüzyılın neredeyse ikinci yarısının sonlarına doğru;1933’te başlayıp 1945’te biten savaş; 50 milyon insanın; neredeyse ülkemizin yarısı, öldüğü, öldürüldüğü büyük çılgınlık…

  Adolf Hitler; subaylarının neredeyse taptığı; Emret Führerim, diyerek son kurşunları kendi kafalarına sıkacak kadar, inanmışlık içinde; bütün ölümleri, perişanlıklarını arkalarında bıraktılar. Tıpkı; 6 milyon Yahudi’nin; kamplarda öldürülmesi; o büyük cinayetin işlenişi gibi…

  Führere inanmışların savaş biterken bile ona sımsıkı sarılmalarının bir tek amacı var; hikâyede anlatıldığı gibi; perde kapanırken bile Führelerinin sahnede kalışı; kalması… Ya acılar? Ölümler; sığındıkları ölüm çukuru; en sonunda çocuklarını bile zehirleyerek ölüme, buruk bir öfke içinde giden insan ve insancıklar…

  Emret Paşam; hukuksal, akılsal ve vicdansal bütünlük içindeyse; tadına doyum olmaz… Ya, bu yoldan sapmışsa emir… Führer saf ırkından başka bir ırk tanımıyorsa; deliliği, büyük bir zekâ gibi satmışsa; sağduyu, farklı düşünce; işte o büyük ses; demokrasinin de önü kesildiyse; korkunç bir öykü, kendi milletine bile şu sözleri dedirtecek hale gelir;

  “ Zayıfa merhamet göstermek, sonsuz bir günahtır… Bu kaderi kendileri yarattılar…”

Adolf Hitler, kendini ölüme terk etmeden önce, halkı için işte böyle söylemişti; onlar inandı ve bana destek oldular; aslında kaderlerine destek olmuşlardı… Dünya tarihine geçecek, lanetli bir kader…

  Führer’in inanmış komutanları da onun gibi düşünüyordu; yani halkı için;” Onlara acımıyorum. Bize, yetkiyi onlar verdi!”

  Yetki, yeni oylarımız, düşüncelerimiz, sağduyumuz; bu yüzden önemli; ülkemiz, milletimiz, kendi canımız ve cananlarımız ve temsil ettiğimiz dünya için… Nasyonal Sosyalizm fikrinin, ölümcül kaderi;50 milyon can… Sadece II. Dünya Savaşına ait sayılar; ne kadar ürkünç olduğu halde; biz yaşayanlara ne kadar çok uzak bir film gibi…

  Oysa çok genç bir yaşta Adolf Hitler’in sekreterliğini yapan Traudl Junge isimli Alman kadın; tüm zamanlara ait, sözcüklerini insanlık imbiğinin en kanlı zamanından başlayarak 2002 yılında imbik sağılışında gün yüzüne armağan etmiştir;

“Ölen 6 milyon Yahudi veya başka muhalif olan insanlar… Beni derinden sarsmıştı. Ama henüz kendi geçmişimle hesaplaşmış değilim. Bunda kişisel bir hatam olmadığına kendimi teselli ediyordum. Ve meselenin boyutunu tam olarak kavrayamamıştım.

  Bir gün Sophie Scholl anıtının önünden geçerken; genç yaşında idam edildiğini gördüm. Benim, Hitlere katıldığım yıl, aynı yaşta ve Hitlere karşı çıktığı için… O zaman anladım ki, yaşımın genç olması mazeret değildir. O yaşta da doğruları bulabilirdim…”


Güven Serin 


20 Şubat 2017 Pazartesi

FODAFONE SUÇ İŞLİYOR DEVLET SEYREDİYOR


Birleşik Krallık döneminin alışkanlıkları... 

Yeni sömürgeler;tüm insanlık...



VODAFONE SUÇ İŞLİYOR DEVLET SEYREDİYOR
----------------------------


  Benim şehrimde ve ülkemin bütün şehirlerinde VODAFONE suç işlemeye devam ediyor. Kapitalizmin tatlı yanı ne kadar çoksa, kurnaz ve hilebaz yanı da o kadar çok! Denge, sivil örgütlerin, sendikaların, sanat ve felsefe dünyasının uyanık kalmasıyla sağlanabilir.

  Ne hazindir ki neredeyse bütün kurumların sesi kesilmişe benziyor… Koltuk davası, başım ağarmasın düşünceleri neredeyse her yanımıza virüs bulaştırmışa benziyor.

 Birçok insanla konuşuyorum, haberi bile olmadan telefon faturalarına yansıyan bir yük; ek ödeme;14 TL’den başlayan spor kanallarına üye olmuşsun, bu parayı ödemen lazım, diyerek, faturanıza şaka gibi yansıyan ek ödemeler…

  Fark etseniz kapatsanız bile en az üç aylık ödemeyi yapıyorsunuz. Vadofone ödeme işyerleri bu parayı tıkır tıkır tahsil ediyor. Bu spor şirketi-şirketleri kime aittir? Vadofone’nin izni olmadan bu büyük vurgun nasıl gerçekleşir?

 Ya Devletin; devletimizin uçan kuştan haberi olan, bir türlü vatandaşını koruyup kollamakta geç kalan devletimizin kurumları bu işe niçin göz yumuyorlar? Savcılar niçin harekete geçmiyor? Korkuları nelerdir? Sadece bir şirketin bu vurgunu yapmaya cesaret etmesi; gücünün ne kadar büyük, vurgunun ne kadar değerli ve bizlerin de ne kadar korumasız olduğumuzun hazin gerçeğidir…

Güven Serin 

14 Şubat 2017 Salı

VATANA İHANET...






                                                 VATANA İHANET



 Son zamanlarda sıkça rastladığımız sözcüklerden bıktırıcı olanıdır; “ İhanet” kelimesi… Eğriye de, doğruya da, sıkça söylenen, yerli yersiz kullanılan bütün sözcüklerin kıymetten düştüğü bilinir.

 Oysa bunca büyük, zorlu süreçlerden geçmiş, millet olmayı, vatan için canını vermeyi çoktan içselleştirmiş bir ulusun bu tür düşüncelere, kalıplara çok kolayca teslim olmaması gerekir. Can sıkıcı, mide bulandırıcı ve güzel vatanın paha biçilmez değerlerini inciticidir…

 Bütün mesele, yüce kanunların şaşmaz adaletin sağlamlığında gizlidir oysa… Sokrat ile Thomas More’nin yazgılarının ortak yanı çoktur. Oysa birbirinden neredeyse 2000 yıl arayla yaşamışlar. Yaşamların zamansal uzaklığı, birbirine yakın ve ortak olgu ve olayları engelleyemiyor.

 Sokrat, felsefeye, adalete inanmışlığı kadar; Thomas More’nin adalet ve dinine bağlılığı; en hassas terazi tartımındaydı. Her ikisi de bu inanmışlıkları sayesinde canlarını, hiç korkmadan, çekinmeden; cellâtlara teslim etmişlerdir.

 Sokrat, bir tas baldıran zehrini çoktan inandığı, bilgi ve adalet için; kutsal bir içecek niyetine içerken; sevenleri, karısı, oğulları yetmezmiş gibi; cellâdı da ağlıyordu. Thomas More de başı vurulacak kütüğe dokunacak cellâdın baltasına teslim olmadan önce cellâdına bahşiş verir ve seslenir; “ İşini iyi yap, korkunu, çekingenliğni at üzerinden!”

  Sokrates’in ölümünden bu yana 2400 yıl geçti. Onu vatana, yani ülkeye ihanetle suçlayanların kemikleri, ruhları, hatıraları çoktan çürüdü. Ya Sokrat? Dünya felsefesinde başköşeye oturma onuru yaşıyor.

  Thomas More’nin ölümünden ise 480 yıl geçti. More, ölümünden 400 yıl sonra 1935 yılında Papa XI. Pıus tarafından aziz ilan edildi. Azizliğin dinsel boyutu Papa ve Vatikan açısından önemlidir şüphesiz… Bir başka önemli olan da Thomas More’nin şaşmaz adalet düşkünlüğüdür. Hepimizin, bütün insanlığın içten içe, gizliden gizliye düşlediği ve HAK ettiği şey…

  Kimseye haddini hatırlatacak hakka sahip değimli. Böyle bir hakkı da kendimde görmüyorum. Hukukun, adaletin hakka ve adil olmaya düşkünlüğünü ise herkes gibi bende istiyorum.

 Bu kadar çok kullanılan ihanet sözcüğünü krallar da çok severdi. Sıkıştıkları zaman her daim başvururlardı bu tür söylemlere.

  Tam da burada Thomas More girer devreye. Tanrıya tüm hücreleriyle bağlı olduğu kadar, insanların arasındaki haksızlıkları, haklı olanın lehine çözümlemeye adanmış, iradesinden, değerlerinden bir milim şaşmamış hukuk insanı…

 Eserinde; ölmeden önce kapandığı yazgının yazma halinde şu şekilde izah eder kralları;

“ Krallar yalnız savaş düşünürler, bense bu sanatları ne anlarım, ne de anlamak isterim. Yalnız barışa yararlı sanatlar kralların pek umurunda değildir. İş yeni ülkeler kazanmaya geldi mi, bütün yollar iyidir onlar için; Din, iman, akıl dinlemezler; ne günaha girmekten çekinirler, ne kan dökmekten.”

  Batı düşüncesi, bilimi, teknolojisi tüm dünyayı etkilemeye ve öncülük etmeye devam ediyorsa; baştan beri en adil, en ahlaksal olanı yaşadıkları için değil; akıl almaz vahşetlerine karşı çıkan, edebi, felsefi, dini, hukuksal KAHRAMANLARI oldukları içindir.

  Thomas More sadece İngiltere’nin evladı değil, tüm insanlığın evladıdır artık. Korkmadan söylediği kaleme aldığı tespitleri bugün bile, ayır da geçerliliğini koruyacaktır;

“ Bu korkak ve kuşkulu politikacılara göre devletin güvenliği hep silâhaltında tutulacak, büyük, zorlu, savaş görmüş kimselerden kurulu bir orduya bağlıdır. Halk arasından toplanacak askerlere güvenmezler. Savaşları da nerdeyse askerin görgüsü artsın diye yaparlar; Sallust’un dediği gibi, bu koca insan mezbahasında askerin yüreği ya da barış yüzünden yumuşamasın diye.”

  Sözüm meclisten dışa… Kendini her daim yenileyen, tarihin, coğrafyasını bildiği kadar, dünyayı, komşu ülkeleri, onların sosyal, kültürel ve hukuki yaşamlarını tanıyan politikacılara ihtiyacımız var. Ucuz sloganlara teslim olmamış, olmayan… Bölgesel, kırılgan düşünmekten çok öte; kendi sınırlarına saygı gösterirken, dünyaya da aynı ulvi saygıyı besleyen…


 Güven Serin 



9 Şubat 2017 Perşembe

RAGIBA ÖĞRETMENİN NOT DEFTERİNDEN




RAGIBA ÖĞRTEMENİN NOT DEFTERİNDEN
---------------------------------


  Cumhuriyet kurulalı 22 yıl kadar olmuş. Yepyeni bir dönemin başlangıcı kök salıyor; Koç, soyismi; yüzyıl sonra Koç Holding, ama arka planda birçok insanın bilmediği Koç Vakfı, Suna İnan Kıraç Vakfı diye bir sürü sosyal, kültürel, tarihsel oluşuma imza atacaktır.

  Vehbi Koç’un üniversitesinden geçtim diyen Suna Kıraç’ın okul yılları başlamıştır. Öğretmeni Ragıba Hanım, her öğrencisi için not defterinde saptamalar yapar;

Adı soyadı; Suna Koç, Ankara 1941
Babası; Vehbi, tüccar
Annesi; Sadberk
Adresi; Atatürk Bulvarı,Koç Apt.,278
Boy: 1.24, Kilo: 32
Kanaat: Çok başarılı, ileri görüşlü, sıhaatli, devamlı,
Ayşe Kurtuluş ile (arkadaşı) çok iyi.

  Suna Kıraç, babası Vehbi Koç kültürüyle yoğrulurken, genlerinde olanı titiz disipliniyle de katkı sağlayıp, inanılmaz bir yoğunluğa yelken açacaktır.

  Öğretmenlerin düştüğü notların önemi büyüktür büyük olmasına; daha büyük olanı ise öğrencilerin bilinçaltlarına, geleceklerine düştükleri özgüven abidesidir. İşte tam da bu yüzden öğretmenlik mesleği, bütün mesleklerin üzerine bütün mevsimleri anlatan bir hikâye, romanlar, şiir gibi düşer; kucaklar, insanlığa kucak açacakları; en başından…

Güven Serin 


7 Şubat 2017 Salı

ISLIK ÇALMAK KARANLIKTA


ISLIK ÇALMAK KARANLIKTA
----------------------

  Kimi çam kokan günde ıslığı tutturur Sait Faik gibi. Kimiyse, anlatılmış gece öyküleri, masalları, korku tünellerini getirir da aklına, dağıtmak için keçileri, perileri, kötü düşünceleri…

  Öyle veya böyle; ıslığın hoşluğu, kendini vermişliğin, nefes alışın, notaların akışına cevap verişin de karşılığıdır, soluğun şekillendirilmesi.

 En zor anı ise, mezarlığın yanından geçenler yaşadı. Islık çalmanın tabusal freni yüzünden sığındı bolca dualara; gecenin ürpertici dokunuşlarını yok etmek adına; bildiği, bilmediği, tam veya yarım; bütün dualar bir çırpıda okunur; çünkü horoz ötene kadar inmez, üstüne binen, hınzır peri.

  Karanlıkta Islık Çalmak, Cahit Sıtkı Tarancı için yazılan bir oyundur. Bilimsel Tiyatro Atölyesinin Sahnesinde Cahit Sıtkı anlatılacak.

  Abbas’a seslenilecek vakit tamam olunca. Çilingir sofrası da kurulacak bir güzel. Kırbaçlar şaklayacak, dinmeyen kalp ağrıları için…

  Anladığım şudur; Bilimsel Tiyatro Atölyesi, çöl rüzgârlarına, sıcak kumlarına; hatta sıcak ve keskin sert kumlara sanatın bin bir türlü hikâyesi, donanımı ile bir vaha sunuyor. Serin pınarları, yemyeşil ağaçları olan bir yaşam alanı.

 Güven Serin 


6 Şubat 2017 Pazartesi

KADIN ÖLÜLERİ




KADIN ÖLÜLERİ
----------------

  Mask-Kara Tiyatrosu işliyor Kadın Ölülerini. Hep öyle değil midir? Hakkın, adaletin yetmezliği bittiği yerde girmez mi devreye; tiyatro, şiir, beste, şarkılar ve sinema?

  Şirin İnci’nin Tiyatro Dergisinde gündeme taşıdığı gibi şairler konuşmaz mı?

“Kızılırmak parça parça olasın
Bir parça ekmek siyah, on kuruşluk kına kırmızı
Taş toprak arasında türküler arasında
Karalıkta bir yanları örtük, bir yanları üryan
Kocaman gözleriyle oy aman bu kadar dokunaklı
Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını…”

  Cem Düzova yazıyor ve kitaplaştırıyor Kadın Ölülerini. Üstelik ölmenin, bin bir haliyle; en büyük uygarlıkların yaşadığı bu kadim diyarda; uygarlıklar büyük olduğu kadar, kadın ölüleri de büyük ve çok oluyor…

  Mask-Kara Tiyatrosu sahneliyor; belki milyonları etkilemeyecek bu oyun, bu yazılar; binlere, yüzlere, onlara da razıyız; kötülüğü, yetersizliği yenmek veya baş edebilmek için.

 

 Güven Serin 

3 Şubat 2017 Cuma

NE EKERSEN ONU...





NE EKERSEN ONU…
------------------------


Bildik bir sözdür; muhtemelen anonim… Eric Clapton Further on up the Road isimli şarkısında insanın yaşamsal yolculuğunu anlatır. Üstelik sosyolojik bir gerçeği, Rock’n Roll ve Blues ritimlerini de yanına koyarak…

  Aslında şarkısının ismi; Yolda Daha İlerlediğindedir. Yani yaşam yolculuğunda, zaman akarken; bildiğimiz; saatler, günler, geceler, haftalar, aylar ve yıllar; başımıza gelenleri, gitarın, bateri ve insan sesi eşliğinde; incitmişsek birisini, bu yolculuk esnasında eninde sonunda bizi de incitecek birinin çıkacağını söyler.

 Bildik söylemdir! Bir yakınımız söylese; inciniriz… Gocunuruz… Soylu gururumuz, pençelerine uzanır. Oysa sanatçının incitmekten korkma derdi yoktur; o söyler;

“Yolda, daha ilerlediğinde, aynı senin yaptığın gibi birisi de seni incitecek. Yolda daha da ilerlediğinde, bekle başına gelecek. Ne ekersen onu biçersin sözü doğrudur. Senin yaptığın haksızlık gibi birisi de sana haksızlık yapacak. Yolda daha ilerlediğinde yalan söylemediğimi anlayacaksın.”

  Bazen düşünmüyor değilim; Tanrı, sanatçı eliyle ilahi bir güç fısıldıyor olmasın bizlere…


  Güven Serin