31 Ocak 2017 Salı

94.ULUSLARARASI MÜBADELE SEMPOZYUMU




Kadir Başkan ve Kavala Romanos Melodi Korusu
solisti Sofıa Neohoritu

                                 


94.ULUSLARARASI MÜBADELE SEMPOZYUMU
---------------------------------

  Acının sınırı aşıldığı zamanlar, acıların, özlemlerin kendi sırrı çıkar ortaya… Büyük suskunluk… Geçmiş hiç yokmuş gibi; İÇ çekerek, doğduğun yerlerden toprak getirtilip yastığın altına koyulup, kokarak geçirilir.

 Zaman akıp, daha uygarlaştıkça insan; insanlık; bu tür sempozyumlar çıkar ortaya… Müziğin, ifadelerin, buruk yorumların olduğu söz dizimleri…

  94.Mübadele Sempozyumu adına Kavala Romanos O Melodos Korusu da bir konser verdi. Bizim; hepimizin ortak dediği şarkılar; Yunanca, Türkçe ezgiler, melodiler ve tınılar eşliğinde unutulmuş görünen acıların dağlanmış zamanları; insan olmanın yüce öyküsü bir kez daha arşivlere, gönüllere kazındı.



 Güven Serin 








30 Ocak 2017 Pazartesi

BİR PARÇA MAGAZİN





BİR PARÇA MAGAZİN
----------------------

  21.EMİTT (DOĞU AKDENİZ ULUSLAR ARASI SEYAHAT ve TURİZM FUARI) Tüm çeşitliliği, zenginliğiyle geride kalsa da, öne çıkan ve akılda kalanlar sayfalarda, sözcüklerde yer almaya devam ediyor.

  Koridorlar ve salonlar arası farklı stantları gezme, görme telaşındayken iki genç kızın yanımdan geçtiğini gördüm. Hani nasıl derler; sütun gibi bacaklar;1.80 boy, yüksek topuk, ince bel… Sanırım, bir başka ülke temsilcisi standı görevlileriydiler. Mini mini etekleriyle salına salına gidiyorlardı.

  Bu kızları ne Nazım, ne Sartre, ne de Goethe görse bakmadan, hayran kalmadan geçmezlerdi. Benim şaşkınlığım, hayranlığım ise, her ikisinin de giydikleri tişörtlerin arkasında yazanlar şöyleydi;

  “ Merak ettiğiniz ne varsa ön tarafta!” Düşündükçe merak ettim, merak ettikçe bizi nasıl çözdüklerini daha iyi anladığımı sanıyorum. Bir söylentiye göre Kanuni zamanında Papa gizli ve çok özel bir araştırma yaptırır. Çok hızlı ve Avrupa’nın içlerine ilerleyen Türklerin, zayıf noktaları nelerdir diye bir araştırma yaptırır. Ortaya çıkan en önemli vaziyetlerden ikisi; uçkur ve içki…


 Bu kızlar veya temsil ettikleri ülke oteli yöneticileri belli ki bizleri iyi çözmüşler ve güzel bir eğlence, şaka hazırlamışlar.

Güven Serin  

26 Ocak 2017 Perşembe

MUTLULUK ANLAYIŞLARI




MUTLULUK ANLAYIŞLARI
---------------------

  Mutluluğu tam olarak kim tarif edebilir ki? Hangi bilim insanı, derviş, filozof? Fakat hiç inanmayacağınız oldukça basit yaşayan, çok az bilgisi olan bir zanaatkar, anlatabilir; sizi düşünceye itebilir. 

 Beylik mutluluk söylemleri her daim sınıfta kalmaya mahkûm… Satın alınmayacağı, alınamadığı da görülmüştür, anlaşılmıştır… Oyunsal, oyuncu, rol gereği, güldürebilir, ağlatabilir sanat sizi. 

  Ya istikrar? Hiç enerjimizi, ruhsal esintimizi, düzenli ve her türlü esrik tufanlara karşı koruyacak o muhteşem, engin güç? 

  Simone De Beauvoir, bir kadının, ayrıca bir insanın mutluluk anlayışını kâğıda döküyor;

“ Mutluluklarımın en başta geleni, sabahleyin erkenden kırların uyanışına tanık olmaktı… Dünyanın güzelliğini ve Tanrı’nın görkemini taşıyordum bir başıma, midem kazındığında çikolata ve kızarmış ekmek düşlediğimde.” 

 Simone, daha ünlü olmamıştır. Melankolik bir annenin girdabı, sorumsuz bir babanın kaçkınlığı onu bu düş, edebi deryanın içine itmiş ve kendini fark etmiştir. Bizi yaratan, bizim taşıdığımız bütün elementleri kendinde barındıran doğa; tabiat girer devreye; onun uyanışı ve kendi Tanrımıza ulaşma isteğini kim engelleyebilir? 

 Bir avuç; hatta bir yudum yaşam; ne hazin bir kuşku koşturma peşinde salınıp salınıp savruluyor insanlık; oysa evrim, bir başka oyunun peşinde; dünyamızdan başka dünyalara çekip, koparma; kendi bakir yalnızlığına kavuşma adına…

Güven Serin

23 Ocak 2017 Pazartesi

SELİMİYE


İNTERNET'TEN



SELİMİYE
-----------------------

  Edirne Selimiye Camii için; onlarca, yüzlerce şey söylemek mümkün! Bir dünya mirası olması da tesadüf değil… Sinan’ın ustalık eserim, demesi de hiç boş değil…

  Selimiye, güzide eser için çok şey duydum. En iyi anlatan sözcükleri buraya taşımanın erdemiyle Şevket Süreyya Aydemir’in gözüyle de Selimiye’yi anlamak, anlatmak istedim;

“ İnsanın kalbi onun, bir Allah evi değil, bir kul yapısı olduğu için üstüne titrer. Onun temsil ettiği ilahi varlığı, korkarak değil, severek benimser. Onun sevdirdiği şey insan, hiç korku duymadan sever.

  Selimiye, daha çok birer kaleye benzeyen, dantelâ gibi işlenmiş taşlarını, kornişlerini görebilmek için, ta yanlarına kadar varılmak lazım gelen Selçuk mabetlerinden başka bir şey değildir. Her parçası mıncık, mıncık işlenen ve her süsünde cinler, devler, korkular dile gelen Hint eserleriyle onun hiçbir benzerliği yoktur. Bir Çin eseri gibi bir el işi mucizesi değildir. Ne Yunan, ne Rönesans, ne Gotik… Hayır, öyle bir bütündür ki, parçalarından her biri diğerlerinden ayrıldığı zaman bir mana ifade etmez. Bu caminin, üstünde ayrı ayrı durulacak motifleri, minyatürleri yoktur. Fakat Selimiye’de insan kudreti, şu taş denilen ağır maddeye, öyle kusursuz bir tenasüp içinde, öylesine bir araya getirerek yükseltmiştir ki, bu yükseliş bir hayal eseri kadar güzeldir.

  Hatta bu göklere ulaşmak hamlesi, bu kubbelerin üstünde son düğümünü işlemekle de kalmaz. Bu kubbeyi dört taraftan dünyanın en güzel minaresi dört kanat gibi kucaklar. Bu hamle, müminlerin nerede başladığı ve nerede bittiği bilinmeyen yakarışları gibi, sonsuzluk âlemine doğru yükselir, gider…”


Güven Serin 



13 Ocak 2017 Cuma

ABD BAŞKANI TRUMP





                                               ABD BAŞKANI TRUMP



  CNN haberlerinde güçlü ülkenin güçlü ve görkemli başkanı ilk basın açıklamasını yaptı. Hayli kontrollü, güçlü ve kendinden emin; büyük zenginliğe, korkunç güçlü bir akla sahip olmanın yaratıcı gücü gibiydi; Sanırsınız bakışlarda; bir Yunan, Roma Tanrısı, ciddiye alınmazsa, yeterli kurbanlar sunulmazsa, gereken her şeyi yapıp, insancıkları birden dünya yüzünden silecek kadar güçlü ve korkutucu…


  Güçler dengeleri her zaman bozuyor. Mısır’ın, Kıbrıs’ın doğru dürüst mücadele bile edilmeden İngiltere’ye kaptırılması; borç alacak korkusundan başka bir şey değildi…

  Tıpkı Abdülhamid’e Kızıl Sultan diyip saldırırken, Habdülhamid’i tanıma; tarihin içine girip kendi özerk, özgür ve sağlıklı irademizin oluşmasına katkı sağlamadığımız gibi…

  CNN Türk ve başka televizyonlar; tüm dünya medyası büyük ilgi gösteriyor büyük ülkenin başkanı Trump’a. Hayli şık giyinmiş. Siyah ceket, beyaz gömlek ve oldukça kırmızı bir kravat… Beyazın barışı, siyahın korkuyu yansıtıp yansıtmadığı belli değil… Belki de en önemlisi kırmızı kravat; kan rengini hatırlatıyor; ABD dünya tarihinde kan akıtmaya devam edecek…

  ABD dünyaya meydan okuduğu gibi aynı zamanda silah ve savaş pazarının ne büyük karlılık getirdiğini biliyor olmaları yüzünden; dünyaya meydan okumak, gerektiğinde ortalığı kan gölüne bulamak onları huzursuz etmiyor…

  Nereye girdiyseler; Irak, Afganistan, Vietnam ve daha niceleri… Trump’un ilk müjdesi dışarıya kaçmış sermayeyi, yani dışarıda kurulmuş güçlü ABD şirketlerini ülkeye çekmek… Zenginlik ve zenginlik; bütün kurgu bu…

  Bu güçlü, zengin, bütün dünyanın üzerinde kendini bir numara gören ABD aynı zamanda silahlı cinayetlerde de bir numara…

  ABD’de her yıl silahlı cinayetlerde ölen insan sayısı 10 Binin üzerinde… Aynı sayıları diğer ülkelerle kıyasladığımızda, Almanya,381, Fransa da 255, Kanada da 165, Avustralya’da 65, Birleşik Krallık 68, Japonya’da 39 kişi silahlı cinayet sonunda hayatını kaybediyor.

  Bu rakamlar yıllık oranlar. ABD’nin rakamları ise korkunç derecede korkunç… Bütün bunlara rağmen ABD, dünya savaşlarında kendine düşen kötü imajı yok etmek yerine, Trump en büyük müjdeyi verdi. Yani, en büyük istihdam yaratacağız, müjdesi…

  Haklı, ABD bütün bu olumsuzluklara rağmen beyin göçlerinin merkezi olma durumunda da en çok tercih edilen yerlerden birisi. Bu da ne demek oluyor? En yetenekli insanlar veya en yeteneksiz ama fırsatlardan yararlanmak isteyenlerin buluşma adresidir ABD. İnsanlar, daha fazla kazanma, güçlünün gücünden yararlanma tercihlerini seviyor olmalılar…

  Bilim dünyası aynı kıtada olan Kanada’yı inceliyor. Silahlı çatışmaların neredeyse yok derece yok olduğu, iç huzurun oldukça fazla ve insanların çoğunun kapılarını bile kilitlemediği Kanada, bu işi nasıl başardı?

  Bu tür huzurlu yaşamlar bizim ülkemizin farklı bölgelerine hiç de yabancı değil dostlarım. Komşuluk ilişkilerini, kapı kilitlememe alışkanlıklarının huzurdan, güvenden kaynaklandığını çok dinledik, bazılarımız ise yaşadık…

  Ya şimdi; nasıl bir ülke olduk? Zenginlerin daha çok zengin; yoksulun daha çok yoksul… Orta sınıf ne durumda olduğu kimsenin umurunda bile değil…

  Güvenlik için her türlü güvenlik önlemleri almak en temel şart haline geldi. Güzelim yalıların etrafı büyük yüksek duvarlarla çevrili. Bir sürü bekçi ve bekçi köpeği, alarm ayrı bir koruma…

 Sitelerimiz de öyle; zenginliğimiz arttıkça, daha güvenli alanlar aramaktan başka derdimiz yok…

  Kazanmak, herkes için geçerli olmazsa; ne kadar güvendeyiz? Bunu sorgulamak gerekir… İzmir’de yaşayan bir arkadaşım, iyi bir işadamıdır. İyi de kazandı. Ülkemizi yeterince güvenli görmediği için, birçok insan gibi, çocuklarını yurtdışında okutmayı, orada yaşamayı teşvik edici öneri ve tedbirler getiriyor-alıyor.

  Trump’un önemli açıklamalarından birisi de “mikrop” fobisi olduğuna dair… Bu fobi, diğer ülke ilişkilerini, savaş ve ölümleri ne kadar etkileyecek; bunu zaman gösterecek…

 
 Güven Serin  

10 Ocak 2017 Salı

DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI


"Ben bir sahtekarım...Hiçbir değerim yok..." 



Sainte Colembe



DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI
--------------------------------


  Filmin içine yerleştirilen son sözler bütünü; belki de tüm hayatımızın düşselliğini anlatıyor oluşu oldukça etkiledi. Bir türlü kök salmamış ihtiraslarım, çoktan yok olmuş; belki de bana ait topraklarda hiç tutunamamış kinim, dertlerim; eriyik sıvısı aktı geçti yanı başımdan.

 Yeraltı şehirlerine Kharoon’un beklediği ırmağın başına gider gibi sızdılar yeraltı dünyasının derinliklerine.

 Görüntü ve sesleri, söz ile birleşmiş, yakın plan çekimleriyle insanı titreten bir film olarak görmek, kabul etmek; üç kişiye; üç sanatçıya yanlış yapmak olur.

 Kitabın sahibi, Pascal Quignard’a, filmin yönetmeni Alain Corneau’ya ve onlara besin-ilham sunan besteci Sainte Colombe’ye…

 Kadim zamanlardan kalan filozofun sözü, besteler kadar etkilidir;

 “ Aynı suda iki kez yıkanılmaz” diye, geçişi, yok oluşu, fark etmeyi sımsıkı yapışmak yerine mülkiyetlere, unvanlara; sadeliği, zarafeti çağıran bir ses; aynı düşünce yüzyıllar sonra sinemanın eli, ağzı ve büyüsüyle çıkıyor yeryüzüne;

  “ Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür.”

 Her şeyi başaran, canlıların en üstüne oturan insan; bütün çabaların, yaşanan bütün sabahların geri dönüşsüz olduğunu inanır gibi görünse de bir türlü inanmaz. Sokakta, caddede, iş yerinde; ibadethanelerde, okullarda; hep aynı çekişme; garip yer kapma, üstünlük savaşı; gurura, cehalete, kine teslim olmuş kavgaların çığlıkları…

  Oysa Sainte Colombe’nin bestesi de acılar için yazılmıştır; “ Acıların Mezarlığı” hep viyolonun telleri arasında, tellere dokunan parmaklarını hareket ettiren bedenin ruhunda; baştan beri atomlarımızda; bizi biz yapan elementlerin özünde saklı duruyor.


 Viyola’ya altıncı telin yetmediğini gören Colembe yedinci teli ilave ederek insan sesinin tüm notalarını çalmak istiyordu;

Bir kadının iç çekişini, ya da yaşlı bir adamın acıklı sesini…

  Sadece filmlerde olur sanırsınız; insana dair en hakiki haykırışlar. Yine de öyle sanın! Filmlerde de olsa; tüccar yazarları, şairleri, bestecileri ve insanın yarattığı alış-veriş aracına tapınmayı bu güzel sözlerle hatırlamak isterim;

“ Ben bir sahtekârım… Hiçbir değerim yok… Hiçliğe özendim, hiçliği topladım. Paranın tadı… Ve utanç…

  O ise müzikti… Tüm dünyaya, ölürken yakılan büyük meşaledeki ışıkla bakıyordu. Onun arzu ettiği son noktayı göremedim. Bir üstadım vardı… Gölgeler aldı onu.”



 Güven Serin 


6 Ocak 2017 Cuma

SİZ YAŞAYANLAR





                                               SİZ YAŞAYANLAR



  İsveç sineması adına önemli bir yönetmen olan Roy Andersson’un üçlemesinden ikincisi olanın ismidir; Siz Yaşayanlar. Yani bizler; hepimiz; yeryüzüne bağlı kalmış, kendi kültürünü büyük savaş ve acılar, kayıplar sürerken sürekli yenileyen insanlar topluluğu.

  Görünen o ki, insanın bu dünyada ki eğlencesi, acıları, yarım yüzyıl sonra dünyalı gözüyle, uzayın derinliklerine karışmaya başlayacak; sanırım büyük göçler, meraklar, taşkın gidişlere dönüşecek.

  Gelişmiş ülkelerin, muhalefet partilerinin yanında, sendikaları, sivil toplum örgütleri, gazeteleri-gazetecileri, sinema yönetmenleri, tiyatroları, operaları, dans salonları, gün gibi gece eğlenceleri vardır.

  Bilimin özgür olduğu kadar, gazetesi ve gazetecileri de özgürdür; yani üretirler; yetkinlikleri içinde inandıkları davanın içinde insanı, insanlık yolculuğunda biraz da öteye taşımaktır gayeleri.

  Roy Andersson da üçleme adı altında; İkinci Kattan Şarkılar, Siz Yaşayanlar, İnsanları Seyreden Güvercin çalışmalarıyla sinemanın görsel, işitsel ve düşünsel dilini kullanmıştır.

  Kıtalar arası geçişler gibi, konular arası geçişler, birbirine bağlanmayı; mühenislik, mimari çalışmaların ahengi gibi; psikolojik, sosyolojik anlayış ve anlatı bekliyor.

  Gelişmemiş bir ülkede; bir mühendis, mimar, öğretmen, imam, doktor, hemşire, öğrenci, milletvekili, bakan; kürsüye çıkıp veya çalışma alanından işlerin iyi gitmediğini konuşabilir mi? Konuşursa başına patlayacak kabağın tadını çıkartabilir mi?

 Öyle büyük bir sessizliğe doğru yol alıyoruz ki; tam olarak demokratik hakkımızı, özgürlük alanlarımızı öğrenmeden ya gereksiz çırpınıyoruz, ya da büyük düşlerimizi gerçekleştirmeden; yani zengin ve rütbe sahibi olmadan konuşmak, yorum yapmak, ülkesi, milleti için öneriler, yapıtlar ortaya çıkartmayı; anca emekliliğe, belki başka bir dünyaya erteliyoruz.

 Gelişmiş ülke sineması, oyuncusu ve yönetmeni dili ve düşüncesiyle konuşur; üstelik sınırları aşan bir konuşmadır. Sözcü ise bir psikiyatrisidir;


 “ Ben bir psikiyatr istim. 27 sene bu işi yapıyorum. Tamamen tükendim. Yıllarım yaşadıkları hayattan tatmin olmayan, eğlenmek isteyen, benden de bu konuda onlara yardımcı olmamı isteyen hastaları dinleyerek geçti.

  İnsanlar çok şey ister. Onca yılın ardından vardığım sonuç budur. Mutlu olmak isterler… Ve aynı zamanda benmerkezci ve bencil…

  Ve pintidirler… Aslında dürüst olmak isterim. Çoğunun tam anlamıyla değersiz olduklarını… Söylemek isterim.

  Değersiz bir insanı mutlu etmeye çalışmak için, saatlerini terapide harcamak; hiç anlamı yok. Bunu başaramazsınız. Ben de bunu yapmaya son verdim. Artık sadece ilaç reçetesi yazıyorum. Ne kadar kuvvetli olursa o kadar iyi. Bu iş böyle yürür… “

  İnsan trafiği, araç trafiği ve büyük göç dalgaları; yabansılığı birden terk edip, benzer yapaylıklara kavuşma isteğiyle birleşince kıyamet gibi büyük sorunlarımız oldu.

 Tam da burada; bu sorunların üstesinden gelecek olan yine bizim beğenmediğimiz, görgüsü, eğitimi ve inancı yüksek siyasetçiler olacaktır.

   Gerekli kurumların genişlemesi, yenilerinin eklenmesi ve güncellenerek her değişen yaşam koşullarına göre yeni beceri, dinlenceler, mükâfatlar, saygınlık dolu itibarlı anlayışlar geliştirmek; yine bu yolla; uygulanabilecek kanunlarla, yerleşik insan davranışlarını anlayıp, çok iyi değerlendirmeyle daha bir gelişme sağlayacaktır.

Güven Serin