13 Aralık 2016 Salı

GAZİKÖY SESİNİ DUYURAMIYOR


Kamera; Güven  Gaziköy

Viranlık krallığını duyurmuş burada...



Kamera; Güven   Gaziköy



Kamera; Güven  Gaziköy
Kıymet Hanım,Makbuş Hanım;saygıyla...


Kamera; Güven  Gaziköy...


                                             GAZİKÖY SESİNİ DUYURAMIYOR

----------------------------------------------



   Ne yapsa çare değil Gaziköy’ün sesini duyurması. Tek çare göç gibi; insanlar bir bir göç etmiş ve ediyorlar…

  Üstüne üstlük bütün bu sorunlar yetmezmiş gibi; kan davası… Kulağa ne kadar acı ve tuhaf geliyor… Gerçekler; bazen tuhaf ve rahatsız edicidir; yüzleşmemiş, yüzleşemeyen insanlar için.

  Gün yükselirken gökyüzünde doğudan batıya doğru; ilerleyerek güneyin yamaçları üzerinde biz de öyle ilerledik Tekirdağ Gaziköy diyarına. Sahil boyunda oturup bir çay içen için ne kadar farklı bir yer!

  Tam da yaşanacak bir yer; dersiniz; ulu çınarın altında, serçelerin şamatalarını dinlerken… Az ötede Marmara; olanca suyu ve tükenen balıklarıyla hiçbir şey ifade etmez Gaziköy insanı; insanları için…

  Onlar; dört elle sarılmışlardır bağalara; zeytinlere… Bir türlü para edemeyen, köyü yok sayan anlayış, irade ve idare biçimlerine rağmen direnen Gaziköy insanı; arka sokaklara; kuzey yamaçlarına inince daha iyi anlaşılıyor…

 Gaziköy’ün Rum Kültürünü anlatan dar ve taştan döşenmiş arka sokaklarına sokak demek mümkün değil artık. Taşları çoktan yerinden oynamış ve çıkmış… Sokak demekten öte geçmiş… Kan davasına konu olan hanenin kadını, gelini kesiyor önümüzü! Tam bir feryat içindeler; bağırlarını deşsen acı duymayacak biçimde haykırıyorlar…

 Kendi kişisel sorunlarını bir kenara bırakıp; bu sokağı yaz, tamir edemediğimiz, başımıza yıkılan evlerimizi; bizim olmayan sokağımızı, feryadımızı duyur, diye yankılanıyor sesleri Gaziköy yamaçlarında.

 Koruma, kollama içine alınan; Sit Alanı ve tarihi, turistlik önemi var diye Büyükşehir Belediyemizin önemi sırasında öncelik alan bu yer; ilgisizliğin tam da merkezi olmuş…

  İnsan şaşıyor; hatta şaşırıyor… Niçin; her şeyin göstermelik olduğunu, bir türlü öze dokunacak şeylerin başlamadığı adına; hiç de zor olmayan önlemler alınması ne büyük anlayış, sevgi çıkartırdı ortaya…

  Gaziköy gibi yirmiye yakın köyün olması; ahşap ve taş usta, kalfa, çıraklarının da yetişmesi adına fırsata çevirtilmesi gerekirken; hazır taşlarla, çakma görgü ve bilgilerle tarihi ve turizmi aramaya, çağırmaya çalışıyoruz…

  Yolu, yordamı, koruması olmayan feryat eden kadınları geçip; yol olmaktan çıkmış sokaklarda ilerledik. Terkedilmiş gibi bir köy; denizin, turizmin, insan kültürlerinin hemen kıyısında; etraf inanılmaz bir adaçayı kokusu içinde…

  Bir yerlerde adaçayı mı demleniyor diye tartışıyoruz Bülent ile… Bir demlik adaçayı bu kadar etkili olup, sokaktan yamaçlara iner mi diye kuşkuya dokunuyorum. Biraz daha ilerleyince bir başka viranlığın yakınında Kıymet Hanımla bildik törene başlıyoruz;

Hoş geldiniz misafirler. Hoş bulduk ablacığım. Kıymet Hanım 83 yaşında. Yüzünde adaçayı ve yaşama sımsıkı tutunmuşluğun kokulu anlayışı… Viran evini gösteriyor; yıkılmış ve yaptırılmıyor. Akrabalarından duacı; başını sokacak prefabrik bir ev yaptıkları için…

  Kıymet Hanım komşusu Makbuş Hanımın kapısını çalmadan açıyor. Bir başka ulu güzellik; 85 yaşlarında; bir göz odaya sığınmış… Çoluğu, çocuğu misafirliğe geldiklerinde kalacak yer olmayışının yalvaran gözleriyle süzüyor beni…

  Hepsi insan yüzleri… Topluma, aile yaşamına çocuk sunmuşlar; Kız, erkek evlat vermişler… Şimdi hak ettikleri korunmayı, saygınlığı ve ilgiyi bekliyorlar.

  Gaziköy yalnız mı? Bunca yıl oyalanmışlığın acısını çıkartıp, varken yok olan bu yer Tekirdağ turizmine ve yöre insanına çok ciddi katkılar sağlaması bu kadar yakınken; niçin bu kadar uzak?

 Kadir Bey; senin turizm projelerin niçin bu kadar ağır işliyor? Kâğıt üzerinde bu kadar kolay olan işler; eyleme dökülmezse; yarınlara nasıl bir izah, saygınlık, itibar içinde çıkacaklar?

  Taşları sökülmüş, yerinden çıkmış sokak aralarında taş ve ahşap evlerin mezarlıkları arasında dolaşırken bir başka ev dikkatimi çekti. Gösterişi ahşap kapısında bir işaret, anlatı, haykırış bulabilirim diye yaklaştım. Kırılmış, dökülmüş; güvenliğini sağladığı evin salonu kırıklıklardan görünüyor.

  Bu görüntü aynı zamanda etrafa yayılan adaçayı kokularının da kaynağını görmemi sağladı. İçerisi son hasat ürünleriyle dolu; kurumaya bırakılmış adaçayı örtüsü… Yeşilin, dayanıklılığın ve doğallığın kokusu; viran, yalnız Gaziköy ile uyuşmuyor…

Güven Serin 



3 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Çoktandır rastlaşmıyoruz derken gerçekten de ben rastlamamışım yazılarınıza. Dün ve bugün yazmışsınız. Nilgün Marmara'dan söz etmişsiniz. Hep içimi sızlatmıştır, sanatı kaldırabilen yaşamı kaldıramayan yürekler. Diğer yazınızı az sonra okuyacağım. Selamlar..

Unknown dedi ki...

Çok beğendim. Eline sağlık.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkür ederim sevgili dostlar...