3 Kasım 2016 Perşembe

ZİHİN BERRAKLIĞI





                                              ZİHİN BERRAKLIĞI


  Çoğu zaman yitik hissederiz kendimizi. Yaşamın anlamsızlığı, ruh halimizin amaçsızlığı, zorla kabul ettirilen toplumsal kalıpların can sıkıcılığı; beden yataklarını taşırır durur…

  Bilirsiniz; taşan nehirler bereket; mil taşırken ovalara, aynı zamanda zarara-ziyana da yol açarlar; ilmi; mühendislik çalışmalar eksik ve yetersizse…

  Öyleyse, bize sunulan bütün yardımları sırasıyla kabul etmek oldukça akıllıca… Bir doktora görünmek mecburiyet olmaktan çıkmalı; bu kültüre; kendisini seven, ruhsal ve bedensel sağlığa inanmış insanın vazifesidir.

  Her daim doktor ve ilaçlar yeterli olmayacağı zamanlar, kendi motorlarımızı, kalkanlarımızı fark etmek; milyarlarca hücrenin yaşam için nasıl da her gün bedenimizin içinde yaşamı kovaladıklarını insan biyolojisine bir parça eğilmek…

  Biraz kulak kabarttığımda etrafa; ikili ilişkiler ister karşılıklı, ister telefonla olsun; bataklık kokularının acı duyumsamasını yok saymam mümkün değil. Sosyal hayatımızı belirleyici olan tek şey; maddiyat olmuş. Hani, sıkça satıp, savdığımız, gururlu bir çalım için sürekli borçlanıp, etrafımıza farklı görünmeye çalışırken sıfırı tükettiğimiz konu; mesele…

 Yitik, terkedilmiş bir toplum olma yolunda ilerliyoruz gibi geliyorsa size; öğretmenin, imamın, avukatın; yani bize öncülük yapacak bütün insanların da kendi girdabına kapıldığını görüp, kendi şifamızı, yine kendimizden yola çıkarak insanlarda aramanın ter akıtarak çalışmanın, yorulup yoğrulmanın vakti geçiyor gibi…

 Az okumanın yanında, doğru gezmemenin, güncellenmemenin, şarj ve deşarj ilmi zorunluluğun karşısında saygı duymamamızın ağır yükü zavallı bedenimizi iki büklüm yapmaya başladı.

 Yaptığımız tek şey; sıfırı tüketince maddi olarak; zaten olmayan sosyal, felsefi düşünceler sayesinde bir yerlere saklanıp kuytularda dolaşıyoruz. Böyle mi olmalı bu güzel canlının dünya yaşamı?

  Bizler, dünyaya sınırsız yükleri taşımak için gelmedik. Evrimin yüce becerisi 5 milyar yaşında olan dünyanın yaşama olan gebeliği; yaratıcının seçiciliği her birimiz için başlı başına mucizevî bir etken olmuştur.

 Öyleyse; bizler niçin varken yok olmak, kendimizi zalimce bitirip, ondan, bundan kaçmak zorunda kalalım? Neyin yarışıdır bu yarış? Zihnimiz berrak olmazsa; ne sinemadan, ne müzikten, sevgi ve sevdadan da hiçbir şey anlamadan acı dediğimiz; intikamın, nefretin, kabalığın esiri olmaktan başka bir çare göremeyiz.

  Çocuklarımıza eğitim vereceğiz diye bütün varlığımızı adayıp, onların birkaç üniversite bitirip işsiz kalmasını bir türlü azmedemiyoruz. Oysa aynı şeyi herkes düşünüyor. Herkes eğitimin basamaklarına kurban törenlerine gider gibi kendini kurban ediyor; sunak taşları; insan ruhlarının hiçlik kokan kanlarıyla dolmuş, taşmış durumda.

  Yaşamın biricik olduğunu kabul edip, sadece mezarlıklarda sukunet ve tarafsızlık duygusunu bir kenara bırakıp; hatta pilav yemeden, ayran bile içmeden, orada bulunan çam, toprak kokan, kuş melodilerini dinlerken, yaşamın istikrara muhtaç olduğunu; istikrarın tutuculuk değil, yaşama atılacak; son ana kadar hareket sağlanacak enerji, irade üretmek olduğunu hatırlatmak ister; sizlerden rica ederek;

 Farklı mekânlara gidip, bazen bir yudum şarap, bazen bira, bazen rakı veya bir kahve içip, ara sıra da olsa kahvenizi, Marmara’yı tepeden gören bir mekândan; rüzgâr koridoru alan; kuzey rüzgârının efendilik yaptığı yerlerden geçip, uğrak ve sığınak olarak görmenizi diliyorum.

 Yaşam değerlidir; yaşama göz açmış bütün canlılar da öyle… En çirkini, en güzele muazzam bir destek olurken; en yetmezi, yeterliliğe sanatsal, sosyal ve manevi bir destek olduğunu unutmasak iyi ederiz.

 En erdemli; en yüce uyarı; insanın, gezerek, görerek, okuyarak ve taptaze güncellik kokan beceri ve irade davranışlarının nazik emridir. Dengenin, adil ve nazik olmanın sırrını öğrenmiştir; tıpkı yoksulluğun parasızlık değil, yaşama katkı sağlamamam olduğunu, berrak bir zihin yapısına sahip olmadığını öğrenmesi gibi…

 
 Güven Serin 
 

 

 


  

Hiç yorum yok: