17 Ağustos 2016 Çarşamba

YOLCUDUR YOLU ANLAMLI KILAN


LİKYA YOLU



                                       YOLCUDUR YOLU ANLAMLI KILAN


Yola koyulanlar yorgun düşer de yoruldum demezler. İster bilim dünyası, ister serüven meraklısı; bütün yolculukların insana akan birçok tarafı; tarafları vardır. Olumlu ve olumsuz…

  Avustralya, Amerika Kıtaları ve birçok ada böyle keşfedildi. Galaksiler, yıldızlar, güneşler ve gezegenler de öyle; elementler de…

  İnsanı; insanımızı “insancık” algısından bir türlü kurtaramadığımız için alabildiğine esaretin ovalarında, sonsuz dehlizlerinde kaybolup duruyoruz. Birbirine benzeyen milyonlarca, milyarlarca insanın, öne çıkan, fark yaratan insanları ise ne kadar çok az…

 Niçin? Düşünce, düşler önemsiz sayıldığı için… Sanata, uzanmanın lüks sayıldığı için… Thomas More, hikâyesini anlattığı insanı, bizim ele almadığımız, belki de fark etmediğimiz sözcüklerle yüceltiyor;

  “ Böylece kendi isteğiyle kalmış o kıyılarda. Çünkü bu adamda gurbette ölmek korkusu falan yok.”

 Gurbeti sevmeyen Tekirdağ halkım, askerliğin ve bir de gezdi dediler diye gezme kültürü içinde yanıp tutuşurken; birbirine benzeyen yeme, içme ve gezileri; komşu, akraba ve arkadaş döngüsünden kurtaramayıp, neredeyse çevresine baskılı bir gurur gösterisine dönüştürüyor.

 Oysa insan yaşamın var olduğu evrenin ta kendisidir. Yeniliği, düşü ve düşünceyi öğrenebilecek iradeyi, eğitimi ve çevreyi bulmaya görsün; yolun yolcusu; hatta koşucusu olabilir.

 Ama merak etmeyin! Bu topraklarda, yüce bağımsızlıklar sevilmiyor. İstediğiniz kadar baş kaldırın. Eninde sonunda sizin kırılma anınız, pes ediş zamanınız kollanacaktır. Soylu çevrenize göre onlara kötü örnek oluyorsunuz. Oturup, torun-torba; çoluk-çocuk büyütmek varken. Bir de oturduğun yerden; çevreyi, ülkeyi ve dünyayı; kimi yerle bir, kimi kurtarma yolları üretirken…

  Thomas More, hikâyesine aldığı adamı; belki de hikâyenin dışında zamanlar arası, özgür ve cesur bir ruhun bize işaretini yapıyor:

 “ Mezarsız ölünün kefeni göklerdir; her yerde Tanrı’ya giden bir yol vardır.” Serüvenin kendisini, insanın içine işleyen, farkı, yeniliği ve olgunluğu bulma çabalarını manevi bir katkı yüceliği içinde, içimize, dışımıza bu sıcak günlerde esintinin esintilerini üflüyor.

  Krallar hep savaşı düşündüler. Savaşacak insanları kutsadılar durmadan; daha ve daha fazla çocuk istediler. Anneyi; yani kadını da evine tutsak; soylu bir kutsallık içinde yerleştirip; her daim ölümle terbiye olacak, yumuşak, iyi huylu, güzele, estetiğe dokunacak insanları; ölüm, kan ve şiddet ile beslediler.

  Thomas More yüzyıllar önce şu tespiti yapıyor yüce bir haklılık içinde;

“ Her gün gözlerimizin önünde olup bitenlere bakalım. Halkın yoksulluğa düşmesinin baş nedeni aristokratların çokluğudur. Bu yararsız, bu bal vermez arılar başkalarının alın teriyle geçinmekte ustadırlar.”

 Ne hazindir ki yüzyıllar sonra yaşadığımız bu değerli şehirde, bizim alın terimizden faydalanacak aristokrat bile bulamıyoruz. Üretime, turizme, ulusal ve dünya ticaretine dönük işletme sayımız elle sayılacak kadar az.

  Bu yüzden özel müzecilik, oteller, pansiyonlar, tiyatrolarımız, müzik salonlarımız istikrarlı bir şekilde doğun gelişmiyor.

 Bizim bal yapmaz arılarımız; sımsıkı bir sıkılık içinde her derde deva bir gurur çalımı yüceliğinde bu şehri yıllarca kasaba gibi görüp, tozunu, toprağını, eğri büğrü kaldırımlarını, olmayan yollarını tartışmadılar.

 Ne yaptılar bu bal yapmazlar? Arkasını gidip başka şehirler, ülkelerde yaşamaya çalıştılar güya! Kendi özünü yücelmeyen, kendi yaşadığı yerin zenginliğini, folklörünü, tarihini, hikâyelerini öne çıkarmayan insanların evreni gezseler çare bulmak şöyle dursun; yorulmaktan, boşluğun içinde dönen bir gök taşından farkı olmayacakları bellidir.

 Latinlerin söylediği meşhur bir söz; “ Aşırı doğruluk aşırı haksızlık getirir.” Diye… Aşırı gurur da aşırı yalnızlık, çöle denen, gece yaşamı olmayan şehirler getirir, demek yanlış olmayacak.


 Güven Serin 


  

Hiç yorum yok: