17 Mayıs 2016 Salı

KARA KARTAL



KARA KARTAL

  Kızımın odasına girince kendi elleri parmaklarıyla hazırladığı Kara Kartal çalışmasına baktım. Beyaz kâğıt üzerine siyah ve kalın bir yazı ile etrafını da çeşitli semboller; yıldızlar ile süsleyerek bir flama gibi tam da yattığı yerden göreceği bir yere yapıştırmış.

  Kara Kartal Beşiktaş’ın simgesi bir kuş; göklerde süzülen güzel bir hayvan. Bülbül ötüşüyle, nazik ve küçüklüğüyle ne kadar saygı duyuyorsa, kartal da büyüklüğü, beslenme zincirinde en üste bulunması nedeniyle ayrı bir saygı duyuluyor.

 Gökyüzü ve kuşlar insanlığın başından beri ilgi, korku ve merak uyandırmıştır. Sporun ticarete döküldüğü bu zamanda yine de insanların vazgeçemediği spor dallarının en üstünde bulunur futbol…

  Babadan gönüllü bir mirastır Beşiktaşlılık. Gönle akan yönü sezgisel olmakla birlikte, siyahın beyaza, beyazın da siyaha olan birlik olma; yer ile gök, gece ile gün gibi bir serüveni de içene alması olabilir mi diye düşünürüm zaman zaman…

 İçimdeki muhalif taraf, ezilene, ikinci, üçüncü hatta yarışa hiç katılmayan, ruhani bir yarış içinde olanların birinciliğine adanmış bir felsefenin de ürünü olabilir siyah beyaz renklere tutulup, babadan miras alınan bu tutku.

 Fanatik Beşiktaşlının benimle dalga geçeceği de belliyken, baştan beri olan tutkum; oldukça sessiz ve ilgisiz… Sevmişim ya bir kere; uzak, yakın, ilgi veya ilgisiz; sportif ve ahlaksal açıdan iyiyse; yüreğim kabardığı gibi ilgim de artıyor.

 Bu ilginin en yüce, yüksek olduğu zamanlar 1980’li yıllardır. Belki de o hissedişlerim, futbol alakam hiçbir zaman ortaya çıkmayacak…

 Süleyman Seba’ın istikrarı, ciddiyeti ve mütevazılığı sanki bütün sevginin en tavan yaptığı anların en yükseğiydi. Kendi yağıyla kavrulmanın, kendi toprağında yeşermenin, rekabetin estetik ve ahlakla birleştiği engin düşlerin zamanı…

 Futbol üzerine tezler, doktora öğrencileri 1980’li yılların projelerini bin bir titizlikle hazırlasa; ortaya çıkacak şey; olduğun gibi, ya da göründüğün gibi ol arkadaş… Yapaylıktan, spora ticareti, hilebazlığı bulaştırmaktan kaçın; kaçın ki tarihin sayfalarına karanın da, beyazın da, sarının, kırmızının, yeşilin, laciverdin, bordonun, mavinin de spor, sporcu renklerinden öte hikâyeleriyle anılansın, şanlarsın…

 Beşiktaş’ın Osmanlı Sporla oynadığı maçı izlemek için Saki’ye gittim. Küçük bir yer ve yüzü gülmeyen esnaf… Beşiktaşlı taraftarlarla doluydu. Gencinden orta yaşına kadar… Biram ve ciğer, bir parça kuru soğan ve erken gelen goller sezonun bitimine bir hafta kala Beşiktaş’ın Şampiyonluğunu müjdeliyordu.

 İçimde eksik olan bir şeyler vardı! En az şampiyon kadar rakiplerin seni kovalaması, bir yandan dibe çekmek isterlerken, aynı zamanda düşlerin yükseğine itmeleri en az şampiyonluk kadar önemliyken, Beşiktaş’ın mabedi denilen İNÖNÜ stadı parayı veren düdüğü çalar misali bir şirket ismine dönüşmüştü.

 Ve ben Beşiktaş’ın Şampiyonluğuna herkes gibi dıştan değil de içten sevinmeye devam ediyordum; sporun başka taraflarına adanmış, belki de orada tutkulu bir esaret içinde kalmış sessiz bir ruhun, hakiki yarışlara, terlere, ahlaki bir güzellik içinde rekabete dâhil olan her şeye minnet duymanın büyük veya küçük algılarıyla maçın ikinci yarısını beklemeden rüzgârın olduğu yere Yelken Kulübe gittim…

 2015–2016 yılının şampiyonu Beşiktaş… Kızımın önceden hazırladığı Kara Kartal yazısına bakıp, kara düşüncelerden, kara bahtlardan, kara günlerden korkan insanın, Kara Kartalın gücüne nasıl da muhtaç olduğunu irdeledim.

 Beyazlığa, ışığa tutkuyla bağlı olduğumuzu her fırsatta belli eden insanlar olarak, iş güç gösterisine gelince bilinçaltımızda ki o büyük kurtarıcının korkutucu pençelerinin, ölümsüz bir bedeni olması ve aynı zamanda KARA olmasını isteriz. Çünkü beyazın korkutamayacağını, pençelerinin eksik, tüylerinin dökülmüş olduğunu; beyazın ancak barışçıl bir görevi olduğunu sanırız…

 Benim karam ve beyazım aynı zamanda rakiplerinin gözyaşlarını da silmesini bilen, sadece yüce bir krallıkla oyalanmaktan öte sporun, ahlakın, evrensel coşku ve ritmin rakipleri tarafından bile alkışlanan kartalının simgesi olan spor anlayışıdır.

 Gezdiğim, gördüğüm, okuduğum, dinlediğim her şeyde; insan ve insanın birbirine olan muhtaçlığı çıkıyor karşıma. Onanma, alkışlanma; o seslerin, naraların yüce bir anlam kazanması, insanın tümüyle anlam kazanıyor; taraflı, tarafsız, rakip; siyah veya beyaz; mavi veya sarı, kırmızı…

 Kara Kartal; kızım Doğa’nın beyaz kâğıda yıldız sembolleriyle kazıdığı gibi; Kara Kartal; Süleyman Seba’nın, Rıza, Metin, Ali, Feyyaz, Sergen, Samet, Hakkı, Sabri, Recep, Ulvi ve şimdinin Gomez’i, Quaresma’sı, Tolga’sı, Atiba’sı, Oğuzhan’ı, Olcay’ı;

 Klasik manada hak edilmiş, dökülmüş terlerin kahramanları; insanlığın estetiğe, coşkuya, alkışa, küfre, bağırmaya, nara atmaya ihtiyacı olmasaydı, bu isimlerin hiçbir anlamı olmayacağı belliyken; Sizleri,

KUTLUYORUM…

 Güzel gollerinizi, coşkunuz, arkadaşlığınız, başka sahalarda tek vücut oluşunuz, ayrı bir kupayı, alkışı, nişanı ve size adanacak hikâyeyi hak ediyor…

Güven Serin 





  



4 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Kutlarım Beşiktaş 'ın başarısına ,kutlarım Doğa Irmak 'ın çalışmasına ,kutlarım bu güzel yazının yazarına...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkür ederim sevgili öğretmenim...

bilge dedi ki...

Kutlarım çok güzel bir çoşkuydu Doğa Irmağıda kutluyorum...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkür ederim Bilge Hanım.