12 Nisan 2016 Salı

ÖNCE AĞAÇ VARDI


Kamera; Güven  

Önce ağaç vardı...


Kamera; Güven


ÖNCE AĞAÇ VARDI

 Bu başlığa birçok başlık ekleyebiliriz; önce söz vardı! Önce şiir vardı! Derken, önceliğin ağaçta olacağını da ısrarla tekrarlamak isterim. Neredeyse yaşamın ilk çıkış zamanlarından beri; milyonlarca yıl önce de AĞAÇ vardı…


 Şair Höldernlın; Ey Fırat kentleri! Ey Palmira sokakları! Ey çöl düzlüğündeki sütun ormanları, derken de insandan, uygarlıklardan öteye uzanan o masalımsı, destansı ormanları hatırlatıyor.

 Her hafta sonu gitmiş olduğum okulun bahçesinde çam ağaçları, görkemli bir yeşillik, neşe ve huzur içinde göğe yükseliyor. Bazıları; 30–40 yaşlarında. Sanırım, okulun ilk yapıldığı, açıldığı zamanlardan; bir tohumun, fidanın, yeşerme ve zamana akma başlangıcından kalma.

 Anlattığım okul Süleymanpaşa Anadolu Lisesi bahçesidir. Pansiyonu, halı sağası, satranç pisti, basket sahaları ve kapalı spor salonu; çocukları yanında yeşile olan düşkünlüğüyle öne çıkan bir okul.

 Burada aynı anda kaç canlı soluk alıp, günün telaşını yaşıyor bilemiyorum. Bildiğim bir şey var; ağacın, yeşilin, çiçeğin, toprağın ve gençliğin var olduğu; insan seslerinin ve bazen sanatsal sessizliğin yaşandığı yer…

 Lisenin ön, arka, yan bahçelerinde onlarca ağacı görebilir, onlara dokunabilirsiniz. Hatta leylak renkli yasemin kokulu erguvanların tam da tomurcuklandığı ana tanıklık edebilirsiniz. Her şey, doğanın barışıyla dengede anlam kazanıyor. Betona, çeliğe, demire; yapılara ne kadar çok muhtaçsak; onlardan daha çok doğaya, doğanın var edici düzenine, mimarlığına muhtacız.

 Ağaç koridorlarında, yeşil desenli bahçelerin lisesinde etrafı gezmek, kendi hikâyemin içinde kaybolmak hoşuma gidiyor. Kumruların, serçelerin, kargaların öteden beri evi olan, onların ötüşleri, kanat çırpışları insanın varlık ile yokluk arasında ki incecik çizgiyi; YAŞAMI hatırlatıyor.

 Bir ağaç var ki; bir çam ağacı, bir sürü çam ağacı gibi, yeşil yapraklı ağaçlardan birisi; sanki oranın sözcüsü, bütün ağaçların öncüsü gibi; dört kolu, dört yöne, dört güzelliği, milyon türlü çare üretiyor gibi; boylu-poslu yükseliyor maviliğe.

 Kuzeybatıya bakan kolu; en görkemli olanı! Diğer kollarının iki misli; kuzey ile batının güneşini, rüzgârını, nemini, ışığını önce o almış; bütün dengeyi o yürütüyor gibi sağlıklı ve sağlam.

 Her zaman ki gibi yeşilin içinde yükselen okulun bahçesinde Doğa Irmağı bekledim. Büyük boy satranç oyun sahasının yanından geçtim. Halı sahada top koşturan çocukların çığlıklarını, onlara ant içmiş,yaptığı işe gönül vermiş çalıştırıcılarının uyarılarını,yine bildik o gülümsemeyle değerlendirdim.

 Erguvanları kokladım. Yine dört kolu olan çam ağacının yanına geldim. Beli ki sağlam bir şekilde kök salmış toprağın derinlerine. Tıpkı evreni oluşturan; oluşturduğu sanılan dört element; hava, su, ateş, toprak; dört kolu, dört yönü, dört var edici mucizenin hatırlatmasını ısrarla yapıyor.

 Çam ağacının hafızasına dokunsak; onun anılarını; muhtemelen ileride ki teknolojiler bunu başaracak. Onun izlediklerini, tanıklık ettiği zamanlarının kaydını, filme dönüştürsek; ortaya ne büyük bir eser çıkardı!

 Tam da okulun bahçesine; köşede duran çam ağacı; binlerce çocuğun cıvıltısını duydu. Nice gülümsemeleri, stresli anları, küçük şakalaşmaları; hafif küskünlükleri izledi. Belki de gülümsedi; insanın küçük yaşamının, büyük evrenin milyarlarca seçeneği arasında, insanın duygularından birkaçına hapsoluşunu; ilgi, ibret ve bilgelikle izledi.

 İnanıyorum; yakın gelecekte ağaçların da hafızaları önemseyecek, onların tanıklık yaptığı zaman dilimini, insanı şaşırtan ilimin, teknolojinin sayesinde gözler önüne serecek insanlık. Milyarlarca kilometre öteye uydu, uzay aracı yollayan insanlık; bunu da pekâlâ yapabilir; yapabilecek…

 Gelişmelerin büyüklüğü ne kadar şaşırtıcı, mucizeye yakın olsa dahi; insanın varacağı yer; yine kendi içinde ki sadelik olacağı bellidir. Bütün mucizeler bir yana; insanın kendi hissiyatı, görgü ve bilgisiyle anlaştığı, ses verip ses aldığı bir EVREN var. Bu evrenin parçası da dünyamız. İçinde, kuşlar, çiçekler ağaçlar dolu.

Hepsi, insandan önce vardı. Ve tamamıyla, insanın dünyasına, yine insanın, yüksek hissiyatıyla, rüyalar, masallar, hikâyeler, ilime ve akla tutunan gerçek ile düşleri bir arada hizmet ediyorlar.

 Anlaşılan o ki, kulak, göz, el, dil; bilinen duyulardan öte duyu bolluğu yaşanıyor. Kimi 33, kimi 21 kimi 10 duyu var diyor. Nasıl ki bilinen renklerin bugün için milyona ulaştığı ortadaysa, insanın duyu zenginliği, daha bilemediğimiz, varlığından bile haberdar olmadığımız nice şey gibi; eksiğiz.

 Belki de insan eksikleriyle güzel. Tamamladıkça, tamamlandıkça daha da ayrı bir SANAT çıkacak ortaya.

 Güven Serin 

 



Hiç yorum yok: