25 Şubat 2016 Perşembe

ŞİKİRPARE


İNTERNETTEN


ŞİKİRPARE (ŞEKARPARE)

  Yavuz Turgul’un yazdığı, uyarlama ve yönetmenliğini Engin Alkan’ın yaptığı şu an Muhsin Ertuğrul Sahnesinde oynanan 3 saatlik bir oyun. Oyun olmaktan öte bir şey…

  Girerken birçok insan gibi ben de 3 saatlik bir oyunda uyumadan, dikkatim dağılmadan dura bilecek miyim diye düşündüm. 3 saatin sonunda hiç kimsenin kalkası yoktu; daha birkaç saat devam etse diye düşünenlerdendim…

 Şehir Tiyatroları bu oyunu sahneleme cesaretini kutluyorum. Cehalet, içe kapanıklık, sorgusuz, sualsiz kabul edişler sadece okulların, güzel giyinip yüksek harcamaların sayesinde yok olmuyor.

 Tiyatro, sinema kadar; sinema tiyatro kadar cesur ve sanatın özünden kopmadan, toplumsal olayların, çürük kokularına kulak verdiği takdirde ve 600 kişilik Muhsin Ertuğrul Sahnesi biletleri önceden bitmesi Cumhuriyetin ülkesinde bir şeylerin değiştiğini, değişeceğini de anlatıyor.

  Oyunun ismi Şekarpare olmasına rağmen Şekarpare’ye vurulmuş olan bekçi Cumali ise saflığın, kırsallığın, yoksunluğun simgesi olarak seslenir; Şikirpare, Şikirpare vurulmuşum ben sana!

 Oyunun çok önemli karakterlerinden birisidir bekçi Cumali. Diğeri ise Ziver’dir. Ziver Komiserdir. Asayiş ondan sorulur. Ülke yönetimi ise monarşidir. Yani padişah vardır başta. Ziver de o bölgenin padişahıdır aynı zamanda. Üstelik kurnaz, hilebaz, rüşvetçi bir karakterdir. Her toplumda; ama çürümüş, yozlaşmış ve denetimsiz toplumlarda daha fazla olan insan tiplerinden…

 Bernard Shaw yüzyıllar öncesinden, İrlanda’dan, Dublin’den haykırır; “ Cehalet! Hareket halinde ki cehaletten daha korkuncu yoktur!”

 İnsan merkezli bütün öğretiler, cehaletin karşısında tampon görevi görür. İster hareket halinde, isterse hareketsiz olsun; yeryüzünde yaşam vardır. Yaşamın olduğu yerde de çürüme; çürümenin olduğu alanlarda da pis kokular…

 Yaklaşık 600 kişiyle birlikte izledim bekçi Cumali’nin Şikirpare diye seslendiği Şekarpare oyununu. 7 yaşında ki çocuktan tutun da 60 yaşında olanına kadar; tümüyle birlikte güldük, alkışladık ve içten içe irdeledik; insan törenselliği içinde.

 Yavuz Turgul eseri, Engin Alkan uyarlaması olan Şekarpare oyunculuk açısından ayrı bir değerlendirme yapılırken aynı zamanda sosyolojik açıdan da çok önemli bir oyun. Nasıl ki insan denen canlının inceledikçe şaşırdığımız mucizevî bir anatomik yapısı varsa, sanattan, sanatsallıktan beslenen tiyatronun da insan anatomisine benzeyen tarafı vardır.

 Bilginiz arttıkça sadece ses, düşünce, karakter biçimi dikkatinizi çekmez. Tenin renginden, gülüşüne, gülüşünden ruhuna, kılcal damarlarından gözle göremediğimiz yaşamsal hücrelerine kadar…

 Şekarpare oyununun gözle görüp görmeme konusunda zorlanacağımız, insan bedeninde bulunan kılcal damarları veya hücreleri gibi yönleri tarafları var.

 Nasıl mı?

 Örneğin, en önemli karakterlerinden ikisi; Komiser Ziver ile Bekçi Cumali. Ve üçüncü karakter; genelev kadını Şekarpare.

 Seyirci oyun bitiminde bu üç karakteri; özellikle Komiser Ziver ile Bekçi Cumali’yi elleri acıyana kadar alkışladı.

 Niçin?

 Bu karakterleri canlandıran Komiser Engin Alkan’ın, bekçi karakterini canlandıran Ugur Dilbaz’ın, Şekarpare karakterinin canlandıran Dolunay Pircioğlu’nun usta sanatçılığı mı? Sahne tasarımın gücü mü? Yoksa dramaturg Sinem Özlek’in başarısı mı?

 Bu saydıklarımın ve sayamadıklarımın hepsinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir hatta iki etkisi daha var ki insan denen canlının sürprizleri olarak görüyorum. İnsanı ağırlaştırmanın veya hafif bırakmanın eksikleri, fazlalıkları her daim başka bölümüşlüğü, bambaşka yenilenme ile eskilikleri, yozlaşma ile ilericilikleri ortaya dökecektir.

 Hilebazlığı, rüşvetçiliği öne çıkan Komiser Ziver, saflığı, cehaleti başköşeye oturan Bekçi Cumali aynı alkışı alıyor.

 Bu karakterlerin algısı, hassas dengeleri tam da ruhumuzun kenarında; belki de insanın insanlık sürecinde ki GENETİK yapısında gizlidir. Henüz tamamlanamamış bu yapı, zıt karakterleri de alkışlayarak, onayarak, sanatın aziz saygınlığı içinde düş ile gerçeğin iç içe geçtiği bir yerde; aynı zamanda oyunu, oyuncuyu; sanatı ve kendimizi de ALKIŞLIYORUZ…


 Güven Serin 




2 yorum:

Mavi Ve Asi dedi ki...

Tiyatronun, bireysel olsun, toplumsal olsun kazandırdıkları çok önemlidir.. Aynı zamanda, ortak değerleri değerlendirmek gibi bir işlev üstleniyor.
İnsana özgü olan ”gülmek, ağlamak, sevinmek, üzülmek, paylaşmak” bu duygularla ilgili her şeyi değerlendiriyor.
Tiyatronun ortak amacıda budur zaten ”çok seslilik, sorgulamak ve düşündürmek”.
Yoksa etliye sütlüye karışmadan suya sabuna dokunmadan sadece ticari kaygıya yönelik senaryolar üretmek, sistemin ve siyası iradenin palyaçosu olmak tiyatronun özündeki evrensel ruha ihanettir.

Bazen başkalarının hatalarından, bazen de deneyimlerinden çok değerli hediyeler bulabiliriz. O diğer denilenler, bizim kendimizi tanıma ve gelişme yolumuzda önemli birer yol gösterici olabilir.

Özellikle şekerparenin ana teması beni çok etkiledi, bize sunulanların dışında da çözüm aramak, vazgeçmemek ve inanmak. Doğruya,sevgiye inanmak ”bencilce değil” bütün enginliğiyle, ”egolardan,ön yargılardan” arınmış olarak. Algıda seçicilik, arınmışlık yoksa değişim olmaz zaten.
Çok teşekkür ederim, okurken, izlemiş kadar oldum...

Olcay

GÜVEN SERİN dedi ki...


Saf sevgi büyük kurnazlığa,hilebazlığa karşı...