2 Şubat 2016 Salı

ŞAFAĞIN BİR VAKTİ


Kamera; Güven Istranca -Yıldız Dağları

ŞAFAĞIN BİR VAKTİ

 Tekirdağ gün batarken de güzeldir, iğdelerin baharla birlikte kokular saçmaya başladığı zaman da. Kiraz mevsiminde de, adaçayı, ıhlamur zamanında da oldukça güzeldir.

 Bir vakit var ki, o zaman daha da güzeldir. Şafak Vakti…

  Şafak vaktini çok az insan bilir bu şehrin, eğri büğrü caddelerini geçip, gecenin derinlerinden, günün en taze zamanına adım atarlar. Kargalar, sabah namazı için camiye çıkan insanlar ve koşturmaca içinde işine gitmek isteyen beş, on insan…

 Sabahın erken saatlerini, günden önceki günü seven şairlerden birisi de Geothe’dir. Erken kalkmayı Goethe şöyle yüceltir;

  “Dikkatli insan günün efendisidir… Titizlik, her ne kadar pasifse de akıllılıktır, aptal bundan anlamaz.
Gün öncesi gündüz, tanrı gibi sayılasın!
Çünkü erekçe kıymeti bilinen bütün emek,
Sabahçıdır.”


  Çevremde duyduğum duymuş olduğum en fazla ve en benzer sözcükler, yaz günüyse, “ hava çok sıcak!” kış günüyse; “ hava çok soğuk” bir de unutmayalım; “ nereye gidiyorsun böyle?” Şikâyet ve birkaç soru sözcüğüyle geçen hayatın; hayatların belli ki uyuşukluk içine düşmüş olduğu, bu kadar büyük bilgi çağı içinde gümbür gümbür bilgi, teknoloji, değişim yağarken, birkaç sözcüğün içine hapsolmak; oldukça can sıkıcıdır.

 Ganoslar-Işıklar Dağlarına yapmış olduğumuz geziler şafakla başlar. Daha öğle olmadan alınan yollar, görülen vadiler, yapılan sohbetler güne günler ilave eder. Birçok kez arkadaşlar, daha günün yarısı olmadığı halde ne kadar çok yol almış olduğumuzun hayreti içine düşerler.

 Şafağın tazeliği, uyuşukluğun bedeni bir parça erken kalkmışsa, hele bu alışkanlığa dönüşmüşse, bilin ki evrenin de, doğanın da size verecekleri şeyler fazlalaşacaktır. Bu fazlalık, belki de sizi bonkör olmaya, şükran duymaya, sesin sessizliğine, bilginin bilgeliğine bile getirir; kim bilir…

 Erken kalkmayı seven şair, yazar gençlik yıllarında şöyle seslenir;

“ Ne hoştur, muhteşem bir insan zekâsının, kendi içinde yansıyanı dile getirmesi.”

 Bu dünyada, ülkemde ve şehrimde, kendi içine yansıyanı dile getiremeyen o kadar çok insan var ki! Nedense çareyi, kurtarıcılığı hep başkalarından beklerler. Hâlbuki insanın milyarlarca hücresi, kendisine ait bedeni yaşatmak için her an, enerji üretmekle kalmayıp, yenilenme, onarım içindedirler. O hücrelerin dilini bir anlasak, sesini bir duysak; içimize yansıyanı görememiş, kör ve sağır oluşumuzu, büyük ve korkunç bir utanma içinde kabul ederiz.

 Otobiyografi, sadece tanınmış kişilerin kendi hikâyesini anlatması değildir. Sabahın içine, günden önceki güne tutunan, iç yansımasını fark etmiş insanların da sarılacağı edebi bir felsefedir.

 Thomas Mann, otobiyografi için önemli bir açıklaması var;

“ Otobiyografi yazarken fark edilen şey, insanın öğrenirken öğrettiği, eğitilirken eğittiği gerçeğidir. Bu yüksek sevgi dolu ve insanları birleştirici kültür aracı dil, sayesinde gerçekleşmektedir.”

 Hepimizin dili var. Bu varlığı, korku, tabular, üzerimize binmiş bir sürü yük içinde yok edip, can sıkıcılığın, yaşamın yaşanmaz oluşunun işkencesini yapmak yerine, öğrenirken öğretmek, eğitilirken eğitmek denen sevginin sevgilisi olmak yüce bir şey olmalı…

 Güven Serin




1 yorum:

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=7374168482621215247#usersettings dedi ki...

Şafak günün dilidir/ Ne dilersen onu söyler.... Sabahın ilk ışıklarıyla güne başlarken; kendi iç sesime enerji gönderirim, hadi silkelen, tak kanatlarını. Sevilmeye değer binlerce güzel insanla birlikte, daha yapacak bir sürü işimiz var. Siz buna ‘kendine uyanış’ deyin; ben ‘kendime doğmak…

Sevgiyle Sevgili Güven...

Olcay Kasımoğlu